Haldun Solmaztürk
Şeytani kötülüğün ete-kemiğe bürünmüş hali.!
II. Dünya Savaşı ‘Moskova’ muharebeleri, 80 yıl önce bugünlerde, 7 Ocak 1942’de sona ermişti.
Hitler, Polonya’dan Fransa’ya Avrupa’yı, Kuzey Afrika ve Balkanları kontrol altına aldıktan sonra 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırdı.
‘Barbarossa’ planı, Moskova’nın dört ayda ele geçirilmesini öngörmüştü. Başlangıçta başarıyla gelişen harekat Hitler kuvvetleri Leningrad ve Kiev’e yöneltince yavaşladı. Almanlar tekrar Moskova’ya yöneldiklerinde birlik mevcutları azalmış, personel yorulmuş, muharebe gücü düşmüştü. Başta akaryakıt ve kış teçhizatı olmak üzere lojistik destek aksamaya başladı. Sonbahar yağmurları ve ‘çamur’ panzer tümenlerini durdurdu.
Kasım ortasında toprak donunca harekata devam edildi ama bu sefer de aşırı soğuklar (-42 C) başladı. Sovyetler, Sibirya’dan ve Uzak Doğu’dan getirdikleri ihtiyatlarla başlattıkları karşı taarruzlarla Almanları bir ay içinde 100-250 km geri attılar.
Hitler, generallerin uyarılarına rağmen, Rusların direnme gücünü, iklimi ve coğrafyayı göz ardı etti. Önce Genelkurmay Başkanı Walther von Brauchitsch’i görevden alarak Alman ordularının komutasını bizzat üstlendi. Sonra başta ‘panzerlerin babası’ Guderian olmak üzere, askeri durumun gerektirdiği çekilme ve cephe düzeltmelerde ısrar eden generallerin yerine muharebe deneyimi olmayan ‘evet-efendimci’ generalleri atadı. Savaşı ‘tek başına’ yönetmeye başladı. Sovyet karşı taarruzu başladıktan üç gün sonra, savunmada bile zorlanan Alman ordularına ‘taarruz’ emri veriyordu.
Savaş 2,5 yıl daha sürecekti ama ‘Moskova’ dönüm noktası oldu.
Tarihçi Ian Kershaw, Hitler için “Şeytani kötülüğün ete-kemiğe bürünmüş hali” der.
‘Soykırımdan’ ve 50 milyondan fazla insanın ölümünden sorumludur. Almanya’nın—ve Avrupa’nın—felaketine, sonuçları hala yaşanan siyasi ve sosyal kırılmalara sebep olmuştur.
Bu derece ‘şeytani kötülüğün’ kökenlerini Hitler’in yetiştiği çevrede, aldığı eğitimde ve ruh sağlığında aramak gerekir.
Savaş başladığında 50 yaşında olan Hitler ‘orta okul’ mezunudur, hiçbir askeri eğitimi yoktur. I. Dünya Savaşı’nda ‘onbaşı’ rütbesinde bir ‘haberci’ olarak görev yapmıştır. En yüksek rütbesi ‘onbaşı’olan Hitler kendini tarihin en seçkin generallerinden de üstün, hata yapmaz bir askeri ‘deha’ olarak görmüş, Almanya’ya sadece kendisinin zafer kazandırabileceğine inanmıştır. Her hata yaptığında generallerini, yetersizlik, iradesizlik veya sadakatsizlikle suçlamıştır.
Irkçı, şiddet yanlısı çevrelerde ‘siyaset’ yaparak yetişmiştir. Nazi Partisi 1933’te şiddeti siyasi silah olarak kullanarak, demokrasinin zayıflıklarını istismar ederek iktidara gelmiştir. Siyasi muhalefet yok edilerek kurulan tek parti rejimi kısa zamanda tek adam yönetimine dönüşmüştür. Hitler her astın bir üstüne mutlak itaatine dayanan bir piramidin en üstünden yönetmiştir.
Hitler’in başta Parkinson, kalp ritm bozukluğu, spastik kolon sendromu olmak üzere çeşitli hastalıkları vardı. Savaşın ortalarına doğru amfetamin bağımlısı olmuştu. Ama asıl sorun Hitler’in ruh sağlığında, nörotikpsikiyatrik ve sınırda kişilik bozukluğundadır.
İki cepheli uzun bir savaşın Almanya’nın sınırlı kaynaklarını tüketeceği ve bir felaket olacağı baştan beri—daha I. Dünya Savaşı’ndan—biliniyordu. Yine de tam bu olmuş, Rusya harekatının siyasi amaç ve hedef belirsizliğinin yerine Hitler’in megaloman hayalleri ve psikiyatrik saplantıları konmuştur. Almanya’nın askeri ve ekonomik durumu bozuldukça Hitler’in muhakemesi de bozulmuş, gerçeklikten kopmuş, tutarsızlığı artmış, kararları anlık dürtülere dayalı hale gelmiştir.
Tarihçi Ronald Lewin, Hitler’in ‘yüksek’ stratejisindeki temel zafiyetin, “giderilemeyecek kadar derinde yatan hoşnutsuzluklarına ve nefretlerine dayalı bencil tabiatından gelen ahlaki yoksunluk ve nihilizm” olduğunu söyler. Yine de Hitler patalojik bir hayal dünyasında değil, yaptıklarının tam bilincindedir. Yani yaptıklarından—hukuk önünde olmasa da—tarih önünde sorumludur.
Ama asıl soru, XX. yüzyılın başlarındaki Alman devleti, toplumu ve siyasi kurumlarının nasıl olup da Hitler gibi yarı-deli, yarı-cahil bir diktatörün iktidara gelişine engel olamadığı, akıl-dışı emirlerine ve tutumuna direnemediği ve sonunda ete-kemiğe bürünmüş o ‘şeytani kötülüğün’ esiri olarak hep birlikte o ‘milli’ felakete koştuğudur.
O yüzden Almanya’da 1930’lardan 1945’e, on beş yılda olan biteni doğru anlamak için tek adamın ötesine, onu ve Nazileri iktidara getiren sosyal kuvvetlere, tarihi süreçlere, kişiliklere bakmak gerekir.
Yoksa her şeyi sadece ‘tek adama’ bağlamak büyük hata olur.
O zaman da bu zaman da.!
Orada da burada da.!