Murat Aydın
Sebebi değil sonucu dert emek
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan son dönemde yaptığı konuşmalarla dikkat çekiyor. Başkan, bir ay kadar önce yaptığı bir konuşmasında, “Bağımsızlık ve tarafsızlık yargının vazgeçilmez karakteristikleridir. Yargıya yönelik güvenin sarsılması, demokratik hukuk devletinin başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir” dedi. Başkan aynı konuşmasında, “Yargının ve yargıcın bağımsız olmadığı yerlerde kuvvetler ayrılığından söz edilemez” de dedi. Üstelik bu sözleri Erdoğan’ın da hazır bulunduğu yemin töreninde söyledi.
Siyasal Bilgilerden mezunu olup hukuk alanında profesör unvanına sahip olan başkan bu sözleri akademisyen kimliğiyle söylese dert etmeyeceğiz. Ama bu sözleri AYM Başkanı sıfatıyla söyleyince bize de şu soruları sormak düştü; Türkiye’de yargı ve yargıç bağımsız mı? Yargıç teminatı var mı? Türkiye’de yargıya duyulan güven var mı ki sarsılıp sarsılmadığını sorgulayalım? Demokratik hukuk devletinin başına gelecek en büyük felaket olarak tanımladığınız olay ülkemizde meydana geleli çok olmadı mı?
Başkan Arslan, geçen hafta yaptığı başka bir konuşmada, Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelen bireysel başvuru sayısının çokluğundan yakındı ve avukatların her davada bireysel başvuru yoluna gitmelerini de eleştirdi. Başkanın bu eleştirisi haklı. Bireysel başvuru yolu, süper temyiz yolu olmadığı gibi AYM’nin 123 bini bulan bireysel başvuru dosyasıyla baş etmesi mümkün değil.
Başkanın eleştirisi haklı ama bu sorun bir anda ve kendiliğinden mi ortaya çıktı? Ortaya çıkan bu sorunun sebepleri ne? Neden bu kadar çok bireysel başvuru var? Avukatlar canları sıkıldığı için ya da iş olsun diye mi AYM’nin kapısına gelip yıllarca beklemeyi göze alıyor? İnsanlar ilk derece mahkemelerinde ve olağan kanun yollarında aradıkları adaleti neden bulamıyor? Verilen kararların adil olmadığını düşündüklerinden, verilen kararların hukukla ilgisini kuramadıklarından, yargının tarafsızlığına ve bağımsızlığına güven duymadıklarından olabilir mi? Peki, durumun bu hale gelmesinde AYM’nin sorumluluğu hiç mi yok? Birkaç örnek verelim mi?
Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nın 299. maddesinin hukuka aykırı olduğunu ortaya koyan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Vedat Şörli kararı açıkça önlerindeyken AYM başta olmak üzere Türk yargı sistemindeki tüm mahkemelerin bu karara kulağını ve gözünü kapatıp mahkûmiyet kararları vermeye devam ediyor olmasının AYM’nin iş yükünü arttırıcı etkisi yok mu?
Kişiye, güne, zamana, siyasi ortama göre kararlar verilip soruşturmalar yapılmasının, siyasi iktidar temsilcilerinin hışmını çekenlerin derhal hapse atılmasının, halkın oyuyla seçilen yerel yöneticilerin idari kararlarla görevden alınmalarının; AYM’nin onlarca kararında temel hak olarak tanımlanan gösteri hakkını kullananların biber gazıyla dağıtılıp mahkeme kapılarında süründürülmelerinin başvuru sayısının çokluğuna bir etkisi yok mu? İnsanların hakkına, hukukuna olağan yargı yollarıyla kavuştuğu bir düzen var da biz mi bilmiyoruz?
AYM başkanı, yargı sistemi yok olmanın eşiğindeki bir ülkenin yurttaşlarının AYM’ye gelmesinden yakınmayı bırakıp buna neden olanlara eleştirilerini yöneltse belki daha yararlı olur. Başında olduğu Mahkeme dâhil olmak üzere tüm yargı teşkilatının, biz avukatlar da dâhil olmak üzere tüm yargı mensuplarının siyasi iktidarın yargı bağımsızlığını yok etmesi karşısındaki sessizliğini eleştirse ve siyasi iktidara sorumluluğunu hatırlatsa AYM’nin önündeki dava sayısı bir parça azalır belki de.
Özetle sayın başkana demek isteriz ki; dile getirdiğiniz sorunların, hukuku yok eden siyasi iktidarın eseri olduğunu söylemeden, sadece ortaya çıkan sonuçlardan yakınmak çözüm olmayacaktır. Sebepleri dile getirmemeye veya görmezden gelmeye devam edecekseniz, sonuçlardan yakınmayı da bırakıp yaş haddinize kadar rahat ve konforlu çalışma alanınızda, size çizilen sınırlar dâhilinde görevinizi sessizce yapmanız daha anlamlı olacaktır. Nasılsa sizden öncekiler gibi, emekli olduktan sonra yargının neden bu halde olduğuna dair sözler söyleyeceksiniz. O zamana kadar beklemeniz size de, sizi dinlerken “acaba ben başka bir ülkede mi yaşıyorum” duygusuna kapılan biz hukukçulara da daha iyi gelecektir!