Haldun Solmaztürk
Savaşın ‘bedelini’ kim ödeyecek? “- Ahmed’imi gördünüz mü?”
Savaş bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketttir.
Savaş veya savaş tehdidiyle kumar oynanmaz. Çünkü bedeli çok ağırdır.
Bunu, savaş ‘algıları’ izledikleri savaş filmlerinden ibaret olanlara anlatmak zor, fakat gereklidir.
Falih Rıfkı anlatıyor—Zeytindağı’nda..
Yıl 1918; savaş kaybedilmiş, Osmanlı ordusu çekiliyor..
“Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs’süz, Şam’sız, Lübnan’sız, Beyrut’suz ve Halep’siz öyle perişan bulacağız” diyor.
Ama Anadolu ‘hınç, şüphe ve güvensizlikle’ bakıyor; “Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz”.
İstasyonlardan birinde bir kadın ‘yırtık basmasının altından kolunu çıkararak’ gelene geçene, trenin gideceği İstanbul yolunun aksini göstererek “Ahmed’imi gördünüz mü? Bu tarafa gitmişti.” diye soruyor.
“O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı? Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi?”
“Hayır… Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi, Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü. Ahmed'i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek… Fakat biz Ahmed'i kumarda kaybettik!”
Yeni değil, uzunca zamandır bir ‘bedel ödeme’ söylemidir gidiyor…
Önceleri ‘temiz eller’ dedikleri kumpas operasyonları içindi. Siyasi ‘bedeli’ neyse ödeyeceklerdi.
Bedeli, esas olarak binlerce asker, aileleri—ve Türk ordusu—ödedi. Asıl ödemesi gerekenler zerre kadar bile bedel ödemediler.
Sonra kumpasların ‘kumpas’ olduğu ortaya çıkınca Anayasa Mahkemesi kararıyla (!) tahliyeler başladı.
Bu sefer “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitseydiler, mahkeme lehlerine bile karar verse biz Türkiye [a.b.] olarak belli bir bedel öderiz, yine orada kalmaya devam ederler. Yani içeriden çıkamazlardı” dediler.
(Bahçeli o zaman “Başbakan’ın [bu] sözleri kendisini ve hastalıklı ruh halini ele vermektedir” demişti. Evet; neredeen nereye.!)
Oslo’da PKK ile siyasi müzakerelerin yapıldığı dönemde de aynı söylem revaçtaydı. Önce açılım (!) için, sonrasında da açılımda PKK’ya terkedilen kasabaların, mahallelerin geri alınması için şehitler verilirken…
Çok ağır bedelleri asker, polis, o beldelerin, yörenin insanları—ve hepimiz—ödedik, ödüyoruz.!
Ama asıl ödemesi gerekenler tınmadı bile…
Derken bir de ‘bedelli’ askerlik çıkardılar.. Hani “Yemen yolu çukurdandır, karavana bakırdandır; Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir” türküsünde geçen..
Sonraları sınır ötesi operasyonlarda, Suriye’de, Libya’da, şimdi de Doğu Akdeniz ve Ege’deki gerginlik bağlamında yine—bu sefer daha bir gözü kara—öne çıkan bir ‘bedel’ söylemi var.
“Bu millet tarihinin hiçbir döneminde bedel ödemekten çekinmemiştir. Daha büyük bedeller ödemekten de asla çekinmeyiz.”
“Yaparız diyorsak, yaparız, bedelini de öderiz. Şayet bizim ödediğimiz bedelleri göze alıyorsanız, buyurun çıkın meydana.!”
Bedel dediği açıkça ‘savaş’…
‘Bu millet’ dediği hepimiz…
Siz önce ‘o’ ananın Ahmed'ini ‘ne için’ harcayacağınızı bize bir anlatın hele..
Bedelin nasıl paylaştırılacağını, kimin—özellikle bugüne kadar HİÇBİR bedel ödemeyenlerin—payına ne düşeceğini de…!
Irak’ta, Suriye’de, Libya’da neler olduğunu da..
Kendi aranızda, eş-dost çağırarak yaptığınız otoyol açılışlarında değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde.!
Hepimiz adına ondan sonra ‘bedel’ konuşun..
Bedeli Ahmed’in anası ödüyor.!