Murat Aydın
Sal gitsin!
Korona virüsün Türkiye’de görüldüğünün resmen açıklanmasının üzerinden bir yıl geçti. Salgından etkilenen hemen hiçbir sektöre doğrudan destek veremeyen siyasi iktidar, kalabalık kongreler sonrasında kısmi açılma yapmak zorunda kaldı. Vaka sayılarında azalma bir yana artışın sürdüğü bir dönemde tedbirleri gevşetti. Böylece salgınla mücadele yöntemimiz de netleşmiş oldu; Sal gitsin!
16 Aralık 2020’de TRT Haber, Türkiye’nin günde 1 milyon 500 bin doz aşı yapmayı hedeflediğini yazıyordu. 13 Ocak’ta ilk aşının Sağlık Bakanı’na yapıldığı günden 7 Mart tarihine kadar yani 53 günde 7 milyon 500 bin kişiye ilk doz aşı yapılmış. Yani günde 142 bin kişi aşı olmuş. Hedeflendiği söylenen rakamın onda biri bile değil.
Günlük resmi (!) vaka sayısının 12 binler civarına çıktığı, nüfusun yüzde onundan azının aşılandığı bir ortamda tedbirler gevşetildiğine göre, mücadele yöntemi olarak “sürü bağışıklığı” seçildi demektir.
Hazır yöntem olarak sürü bağışıklığı seçilmişken ve ilk vakanın resmi olarak açıklandığı 10 Mart tarihinin yıldönümü gelmişken salgınla nasıl mücadele edil(me)diğini hatırlamak gerek.
Önce vakaları açıklamadılar. Daha sonra gelen baskılar üzerine vaka sayıları azaltılarak duyuruldu. Ölüm sayıları belli bir oranda tutuldu ve koronadan ölen birçok kişi gizlendi. Türkiye gerçek ölüm sayılarını Sağlık Bakanlığı’ndan değil, belediyelerin mezarlıklar müdürlüklerinin gömü sayılarından öğrenmeye çalıştı.
En basit ve etkili önlem olarak sunulan maske ve kolonya bulunamaz oldu. Maske satışı önce yasaklandı, sonra sınırlandı, sonra tekrar yasaklandı. Çözüm olmayınca önce PTT, sonra eczane eliyle beş maske dağıtılmak istendi yine olmadı. Karneye (TC numarasına) bağladıkları maskeyi dağıtamadıkları günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi duraklara maskematik koydu. İzmir kartını okutan herkes ücretsiz maske ve dezenfektan aldı.
Plansız, programsız ve önceden duyurmadan sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. İnsanlar marketlere hücum etti. Halk bir anda evinde kapalı kalınca onlara ekmek, gazete ulaştırmaya çalışan belediyeleri takdir edeceklerine belediyelerin yardım faaliyetlerini yasakladılar.
Hafta sonu sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 10 Nisan’da vaka sayısı 4 bin 747’ydi. Cumartesi gününü açık hale getirdikleri 6 Mart tarihinde vaka sayısı 11 bin 770. Dedim ya mücadelenin sal gitsin aşamasına geçmiş bulunuyoruz.
“Vaka sayıları gerçeği yansıtmıyor” diyen Türk Tabirleri Birliği, terörist ilan edildi. Birkaç gün sonra sayıların gerçeklere değil ülke çıkarlarına uygun olarak açıklandığı yani hepimize yalan söylendiği itiraf edildi. Dünya Sağlık Örgütü’nün baskısıyla pozitif test sayıları açıklanmaya başladı.
Baroların, meslek örgütlerinin hatta apartmanların genel kurulları yasaklanıp, muhalif her gösteri salgın bahane edilerek ve şiddetle bastırılırken iktidar, “lebalep salonlarda” kongreler yaptı. İktidarın hoşuna giden her gösteri serbest bırakıldı.
Esnaf lokantasından kahvehanelere kadar küçük esnaf dükkân açamaz ve onlara yardım yapılmazken 5 yıldızlı otellerde kayak tatilleri sakıncalı görülmedi.
İktidar çevrelerinin önünde düğme ilikleyen mülki amirler; sokakta, dönercide, eczanede vatandaşa fırça atıp ceza kesmekte beis görmedi.
Kaç aşı alındığını, kaç para ödendiğini, aracı firma olup olmadığını, aşı sırası gelmeden kimlerin aşı olduğunu, kalan aşıların ne zaman geleceğini, kimin ne zaman aşı olacağını hala bilmiyoruz.
Halka doğruları söylemeyen, öngörüleri tutmayan, en yakınlarınızın bile cenazesine gitmeyin deyip kendisi kalabalık cenaze törenlerinde poz veren ama tüm bunlara rağmen başarılı (!) sayılan Sağlık Bakanı’nın istifası konuşulup geçti. Bakanın istifası bu başarıları (!) nedeniyle değil Cumhurbaşkanının da katıldığı cenazeye katılmasının yanlış olduğunu söyleyip özür dilediği için beklendi.
Daha sayacak ve hatırlanacak çok şey var. Var ama bunların hepsi birer sonuç. Asıl neden; halkı yok sayan, halkı önemsemeyen, sorunlarına çare bulamayan siyasi anlayış. Bu anlayış sahiplerini salıp göndermeden değişen çok şey olmayacak.