Çiler Dursun
Post hakikat dönemi Trump ile başlamadı, Biden ile bitmeyecek
Pop siyaseti – tıpkı selefi Amerikan başkanları gibi- dibine kadar uygulayarak seçimleri kazanan ve koltuğuna oturan Joe Biden, Trump’un tozunu attırdığı “hakikat” alanını rehabilite etme boncuğunu dağıtıyor aralıksız. Oxford sözlüğüne Trump yönetimi ile 2016’de girdiği bilinen “post- hakikat”in dönemi de, bu hesaba göre kapanıyor olsa gerek… Durum o kadar basit değil elbette. Otoriterliğini önceki başkanların aksine dolaysızca ve fütursuzca yaşayıp sergilemekten çekinmeyen Trump, kendi başına post hakikat döneminin toplumsallığının ve siyasallığının sorumlusu olamayacağı gibi, o gitti diye post hakikat dönemi de sona ermeyecek.
Post hakikat, yalan ile yakın ama yalan olmayan ve olguyla başka türden kurulan ilişkiyi karşılayan bir terim olarak gündelik kullanıma girdi. Üç yılda yaygın bir kavram haline gelip, sosyal bilim disiplinlerinde moda haline geldi. Kavramın meydan okuması, bilgi kurucu faaliyetin Aydınlanmadan beri dayanak noktası olan akılcılığa ve olgusallığa yöneliktir. Bu, aynı zamanda klasik anlamıyla siyasetin dayanak noktalarının da görünüşte iptali anlamına gelmektedir. Eski Yunan’dan beri yaşayan toplulukların ortak çıkarlarının ve genel kamu yararının, akla dayalı uzlaşımlarla belirlenmesi için bir güç ilişkisi süreci olarak örgütlenen siyasal alanın, aslında hiç de yeni olmayan yeni dayanak noktalarının açığa vurulmasıdır: Duygu, inanç, tepki…
Hakikati Örgütlemek Önemlidir
İnsanın harekete geçmesinde, eylemesinde, duygularının, inançlarının ve verdiği tepkilerin, olguların nesnelliğinden daha etkili olduğunu ifade ediyor post- hakikat. Kavramın yerli yersiz parlatılmasına kapılmadığımızda, toplumsal yaşamın gündelik dokusunun, ilk toplulukların şekillendiği sözlü kültür döneminden bu yana, zaten daima insanların duygu, inanç ve tepkisellikleri ile örüldüğünü fark ederiz. Sözlü kültür toplumlarında, kaynakların elde edilmesi ve paylaşımı olarak günlük yaşamın siyasal alanı, topluluk büyücülerinin, şamanlarının, liderlerinin biçimlendirdiği mitlerin, efsanelerin, hikayelerin merkezinde dönüp duruyordu. Topluluğun lideri, kabiledaşları ile birlikte iki ayı ile çarpıştığında, bir yıl sonraki anlatıda bunun beş ayı olması kuvvetle muhtemeldi. Düşmanlar daima olduğundan daha güçlü, kalabalık, kötü ve ahlaksız; tehlikeler daima olduğundan daha yakın, içimizde ve yakıcıdır.
Şunu söylemek pekala makuldür: hakikatin kendisi, tarih boyunca topluluk yaşamını sürdürmeyi üstlenen yönetici figürlerin anlatıları merkezinde erişilebilen ve bilinebilen bir şey olagelmiştir. Bu, kuşkusuz, insan topluluklarında hakim hakikat iddialarına karşı ya da onun dışında anlatıların da ayaktakımı arasında alttan alta dile getirilip dolaşmadığı anlamına gelmez. Ne var ki toplulukların siyaseten belirli bir yöne doğru sevk ve idare edilmeleri adına, imgesel alanlarının ağırlıklı olarak yöneten sınıfların inşa ettiği hakikat rejimleri ile örgütlenmesi, karşıt anlatıların varlığına rağmen değil, tam da onunla birlikte olanaklıdır.
Akılcılığın Sahipleri Sorunu
Yaşamın akışı içinde olgusal hiçbir karşılığı bulunmayan, akıl ve mantık dışı olup ancak duygu ve inanç alanında karşılığını bulan (hakikate dair) bilginin sürekli inşa edilmesi, dolaşıma sokulması ve dağıtılması, egemen sınıfların başatlıklarını korumaları açısından hayatidir. Bu ne 2016’da ortaya atılan “post hakikat” terimi ve dönemi ile başlamıştır, ne de yirminci yüzyılın ikinci yarısına damga vuran “post modernizm”in bir sonucudur. Tarihin başlangıcından günümüze kadar kurduğu hemen bütün siyasal sistemler, eşitsizlik, haksızlık, şiddet, bencillik ve esaretin türlü görünümlerine karşılık gelen insanlığın, bu ölçüde akıl dışı ve kendisine karşıt bir gidişatı doğallıkla sürdürebilmesinin hikmeti, belki de, iç dünyasının irrasyonelliğine doğru toplumsalın egemenleri tarafından savrulmasına göz yummasındadır. Egemen sınıflar akılcıdır, belirli bir akılcılık türü içinden konuşur; ancak hakim olduğu sınıfın kendiyle akılcı konuşmasına tahammül edemez, olabildiğince izin de vermez. Bundan dolayıdır ki kitle kültürü, medyadan sanata, bilimden spora bütün bileşenleriyle, hakim olan ve boyunsunanlar arasındakinin yanı sıra, boyunsunan kesimlerin kendi aralarındaki mikro ve makro her düzeydeki karşılaşmayı da yoğun bir akıldışılık zemininde örgütlemektedir.
Öte yandan egemen sınıflar, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı kurdukları sömürü sistematiğinin, doğanın ve insanlığın sürdürülebilirliğini ortadan kaldıran akıldışılığının da farkındadır. İşte tam da bu yıkıcı akıldışılık üzerine yüzyıllardır bilim, sanat ve siyaset alanlarından tahkim edilmeye çalışılan ve olgu alanına birebir karşılık gelen akılcı ve çoğu devrimci nitelikte tartışma ve müzakere zeminlerini derdest etmek adına, hakikat üzerindeki operasyonel gücünü seferber etmektedir. Bunu bazı kez Trump gibi otoriter sağ figürleri siyasal alanda etkinleştirerek, bazı kez Biden gibi “çoğulculukçu” figürleri işe koşarak türlü taktiklerle yapmaktadır.
Post Hakikatin Miladı Olabilir mi?
Çöküşü yirminci yüzyılda dünyanın hemen her yerinde gerçekleşen soykırımlarla ve bölgesel işgallerle tescillenen temsili liberal demokrasinin adeta bir zombi gibi yinelenip duran diriltilmeleri, otoriter/totaliter ile özgürlükçü/çoğulcu şeklinde iki tipleştirmeden ibaret olan sağ siyasal lider figürler arasındaki salınımla gerçekleşmektedir. Bu salınım, burjuvazinin dönem ihtiyaçlarına göredir. Bunlardan Biden’ın işe koşulmasını “özgürlükler” alanının genişleyeceğine ve demokratik değerlerin öne çıkacağına yoranlar, oluşacak yeni dengelere göre Türkiye’de ifade ve düşünce özgürlüğü alanının genişleyeceğinin hesabıyla yetinenler, en hafif deyişle, yaşamı sadece göreceği gün, süreceği ömür zamanı ölçüsünde ve dar gören ufuksuzlardır. Bu ufuksuzlar, gerçekleşen tarihi de, dünya sistemine domine eden bir ülkenin iç siyasetindeki vitrin değişimlerinden hareketle anlamaya çalışırlar. Post hakikat gibi kavram icatları, tam da bu kesimin bilgi üretimini kolaylaştırmak içindir. Kavram, dünya sınıf mücadelesinde hemen hiçbir şeyin değişmediğinin örtükleştirilmesine yaramaktadır. Burjuvazinin komünist devrimi siyasal perspektiften çıkarmaya ve giderek marjinalleştirmeye yönelik stratejisi, tam da böyle taktik kavramlaştırmalar, taktik dönemleştirmeler ve taktik sözde değişimlere dayalı dar siyasal analizlerle sürüp gitmektedir.
Yine de eğer kavram alıkonulacaksa (ki bu bana göre hala tartışmaya değerdir) post hakikat döneminin başlangıcını, örneğin 1950’lerin başında ABD’de hükümete muhalif herkesin komünist olmakla suçlanıp yargılanarak bir cadı avına girişildiği dönemle başlatmak; ya da daha da geriye götürerek Hitler Almanyasında gerçekleşen soykırımla Yahudilerin bir post hakikat inşası için kurbanlaştırıldığı 1930’ların başına çekmek de mümkün. Kavramın değilse bile post hakikat olgusunun belirdiği onlarca farklı milad bulunabilir kuşkusuz. Bütün bir burjuva siyasal tarihi, post hakikatin türlü görünümlerinin izleriyle bu kadar doluyken… Bize düşen “imkansız görev”, popüler kültürel alanda beliren kavramların ve dönemleştirmelerin siyasal anlamını ve işlevini, öncelikle sınıf mücadelesi tarihi zemininde gözden geçirmek, gerekirse yerinden etmek, mümkün olduğunca yeni ve devrimci anlamlar atfetmek ve Adorno’nun dediği gibi “(…) başkalarının iktidarının da kendi iktidarsızlığımızın da bizi aptallaştırmasına izin vermemek…” olmalıdır.