Onur Aydoğan
Milli Takım Tatilde…
Avrupa Futbol Şampiyonası finallerinde ikinci maçımızda da hüsrana uğradık. Şu oynadığımız futbolu oynamak için kampa girmeye, antrenman yapmaya, rakipleri analiz etmeye gerek var mıydı? Takımın kaptanı maçtan önce oyuncuları toplayıp “Haydi arkadaşlar, aslansınız siz” dese sanırım daha kötü oynayamazdık.
Çoğu daha yolun başında olan milli takım oyuncularının tatil havasına bürünmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Tüm dünyanın izlediği bu turnuva kendilerine sınıf atlatabilir, dünyanın en iyi hocaları ile çalışma, kalburüstü futbolcuları ile oynama şansı sunabilirdi. Zamanın geç kalanları asla affetmediğini henüz anlamamışlar sanırım.
Rakibi iyi analiz etmediğimiz belli de… Kendi takımımızı bile tanıyamamış kenar yönetimi. Yakın zamanda Fransa ve Hollanda’yı yenerek dikkatleri üzerimize çekmiştik. Nasıl yenmiştik bu takımları? Hatırlayın, uzaktan attığımız her şut gol olmuştu. Hakan Çalhanoğlu, Ozan Tufan, Burak Yılmaz, İrfan Can Kahveci gibi ceza sahası dışından şut tehdidi olan oyunculara sahibiz.
Galler maçında rakibe baskı kurduğumuz dakikalarda ceza sahası dışından şut denemek yerine sürekli araya oynamaya çalıştık. Sahayı iyi parselleyen Galler savunması buna izin vermedi.
Önce kendi güçlü yönlerini iyi bilmelisin. Galler takımının hocası, Bale’in ara pasları ile Ramsey’i savunmanın arkasına kaçırmayı düşünmüş. Çok eski ve basit olmasına rağmen en azından bir hücum planı işte. Maçı izleyen herkesin fark ettiği bu taktik kenar yönetimimiz önlem almayınca tuttu. 42. dakikada üçüncü denemede golü kalemizde gördük.
Maçın başında hava hakimiyeti yüksek Galler savunmasını kenar ortaları ile aşma girişimi mantıksız gelebilirdi. Ancak ilginç bir şekilde hem savunma hem hücumda yapılan ortalara hep bizim oyuncularımız vurdu. Girdiğimiz pozisyonların neredeyse tamamı köşe vuruşlarından ve yan ortalardan geldi. Burada Şenol Hoca oyunu okuyabilse ve rakip savunmayı göbekten delmeye çalışmak yerine kenar ortalarına yönelse farklı bir sonuç çıkabilirdi ortaya. İlle göbekten oynayacaksak İrfan gibi, Yusuf gibi çalım atma yeteneği olan oyuncularımızı topla rakibin üzerine göndermeliydik. Ağır Galler savunması faul yapmak zorunda kalırdı. Hakan, Burak gibi etkili serbest vuruş kullanabilen oyuncularımıza fırsat gelirdi.
Bir hücum planımız olmadığı için iş bireysel yeteneklere kalıyor. Böyle bir futbol oynayacaksak kadro tercihleri doğru mu? Takım oyununda faydalı ancak yetenekleri sınırlı oyuncular yerine geçen sezon Süper Lige damgasını vuran Adem Büyük, Efecan Karaca, Halil Akbunar gibi oyuncular daha verimli olmaz mıydı? Neden sezon boyunca Süper Lig’de sadece birkaç maç oynayabilen oyuncular tercih edildi? Liyakatin olmadığı yerde başarı olur mu?
Burak’ın galiz küfürlerine ne dersiniz? Sanırım pozisyonlardan sonra kameraların kendisine odaklanacağını bilmiyor. Dudaklarından ne dediği açıkça anlaşılıyor. Yuh yani… Hakemin gözünün içine baka baka saydırıyor. İyi ki adam Türkçe bilmiyor. Aksi halde sadece kırmızı kart göstermekle yetinmezdi. Bu hakaretleri hak edecek hiçbir davranışı da olmadı üstelik. İnsanlar çoluk çocuk, kadın erkek ailecek milli takımın maçını izliyor. Spor Bakanından Federasyon başkanına kadar hiçbir yetkili bu küfürleri görmüyor mu? Hiç yakışıyor mu?
1992 yılında Yugoslavya’nın yerine turnuvaya davet edilen Danimarka‘nın oyuncuları tatilden apar topar gelmelerine rağmen şampiyon olmuşlardı. Sahaya çıktıklarında artık akılları sahadaydı. Bizim oyuncularımız fiziksel olarak sahadalar ancak belli ki akılları başka yerde. Antalya’daki kamptan sonra sırasıyla Roma ve Bakü’de tatil devam ediyor. Bir önceki dönemde yaşanan prim skandalları milli takıma olan ilgiyi tükenme noktasına getirmişti.
Bu yeni kadro aldığı başarılı sonuçlarla yeniden gönülleri kazansa da bu turnuvada ciddi oranda itibar kaybetti. “Artık bitse de gitsek” havasındayız.