Murat Aksoy
Laikçiliği değil laikliği savunmak
Son olarak Yargıtay binasının açılışındaki AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yanında Diyanet İşleri Başkanı diğer yanında Yargıtay Başkanı ile olan dualı açılış fotoğrafı, siyasi iktidarın laiklik konusuna bakışına önemli bir örnektir.
Bu fotoğrafı sembolik bulmamış olabilirsiniz belki.
Yine geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanlığı’nın Boğaziçi Üniversitesi’nde sergilenen Kâbe figürü etrafına LGTBİ+ bayrakları çizilmiş görsele ilişkin soruşturmada AYM’ye verdiği cevapta, ‘eşcinselliğin İslam’a göre haram olduğunu’ belirtip tutuklamaların ‘kanuna uygun olduğunu’ savunmasını da hatırlayalım.
Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bütün bu örnekler, siyasi iktidarın laiklik ve laik kurumlara duyduğu rahatsızlığın işaretidir. Ki bu süreç aynı zamanda laikliğin adım adım aşındırılmasıdır da.
Eğitimde olanı, medyada olanı, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden uygulanan endoktiriner uygulamaları saymıyoruz.
Laik kesimden Yargıtay binası açılışındaki dualı fotoğrafa gelen eleştirileri, iktidara yakın akademisyenler, “laikçi” tavır olarak yorumluyor.
Yorumluyor ama öyle olmadığını kendisinin bildiğine kuşku yok.
Evet Türkiye belki İran, Arabistan, Taliban Afganistan’ı olmayacak ama siyasi iktidar tasarruflarıyla da laik, seküler olmaktan da giderek uzaklaştığı da bir gerçektir.
LAİKLİK NEDİR? NE DEĞİLDİR?
Öncelikle ifade edelim ki, her kavram gibi laiklik de tek başına ‘nötr’ bir kavramdır. Toplumsal zihniyet içinde şekillenir. Laiklik de bunlardan biridir.
Laiklikle ilgili olarak;
i) Laikliğin Türkiye’de yorum ve uygulanışı,
ii) “Nasıl bir laiklik?” sorusunun cevabı ve buradan hareketle
iii) “siyasetin/kamusal alanın” meşru sınırlarını çizmedeki rolü, tartışılması gereken noktalar olarak karşımıza çıkarmaktadır.
Türkiye’de mevcut devlet-toplum ilişkisini tanımlayan otoriter anlam dünyası “laikliği” de aynı zihniyet içinden tanımlamıştır. Bu açıdan Türkiye’de “Batılılaşmanın” salt yaşam tarzı olarak ele alınıp Batılı olduğunu sanması ve zihniyet düzleminde herhangi bir değişim yaratmaması, Osmanlı’dan Türkiye’ye geçişte modernlik adı altında toplumun tepeden kurgulandığı, tek tip doğru ve buna bağlı yaşam tarzının topluma empoze edilmesi olarak sunulmuş ve “laiklik” de bu sürecin en önemli taşıyıcısı olmuştur.
Laiklik yorumu, Türkiye için, toplumun zihniyet düzleminde değil, salt şeklî olarak modernleşmesi adına, dinin ve dinsel görünürlüğün kamu sahasının dışına çıkarılması ve özel alanda da bu dinin tarif edilmesi noktasına kadar gidebilmiştir.
Bugün laiklik kavramsal düzeyde; toplumlarda var olan farklı dinsel taleplerin kamusal alanda bir arada yaşayabilmelerinin düzenlenmesi sorunudur. Yani laiklik esas olarak dinsel ya da din dışı hiçbir inanç sisteminin kamusal gücü ele geçirerek, toplumda var olan diğer inanç sistemleri üzerine baskı kurmamasıdır. Yani karşılıklı kabul ve birlikte yaşama arzusudur.
Çağdaş laiklik, toplumdaki farklı inançların hak ve özgürlüklerini koruma hakkı ve bunları sağlayabilmek için tarafsız bir devlete ihtiyaç duyar. Böyle bir ortam, farklı inançları ortak kamu sahasından soyutlamak yerine farklı inançların bir arada yaşamasına imkân yaratır. Kısaca demokrat zihniyetten gidersek bugün laiklik tanımı dörtlü bir işlev yüklenmek durumundadır;
- Din, devlet işlerinin ayrılması,
- Devletin var olan tüm dinsel duyarlılıklara eşit uzaklıkta olması,
- Farklı dinsel duyarlılıkların kamusal alanda kendilerini ifade edebilmelerinin yasal güvencesini sağlamak ve
- Devletin yükleneceği hakemlik müessesesinin var olan eşitsizlikleri de göz önüne alarak güç ilişkileri karşısında zayıf olanı, güçlülere karşı koruyan bir işlevi yerine getirmelidir.
LAİKLİĞİ DEMOKRATLAŞTIRMAK
Burada hemen ifade edelim ki, AK Parti öncesinde laiklik yorumun demokrat olduğunu söylemek olası değildir. Başörtüsü tartışmasından 2007 cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan 367 krizine kadar pek çok siyasal tavır alış laikliğin otoriter yorumunun tezahürleri olarak karşımıza çıktı.
2011 sonrasında AK Parti’nin savrulduğu kimlik politikası temeli de bu açıdan tersinden anti-laikçi bir uygulamadır. AK Parti laikliği aşındırırken, yine otoriter zihniyeti izleyerek bu kez tüm toplumu yukarıdan aşağıya devletin güç ve imkânlarıyla dönüştürmeye çalışıyor.
Bu yüzden devlet, toplumda yaşayan inançlar karşısında tarafsız değildir. Hakem olamayan devlet, kamusal alanda bir taraf haline gelmiştir. Bu taraf olma kültürel kimlik tercihi olarak kaşımıza çıkmaktadır.
Oysa bizim laikliğe ama en çok da demokrat zihniyet içinden tanımlayacağımız bir laikliğe ihtiyacımız var. Bu sadece, din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda, devletin var olan tüm dinsel duyarlılıklara eşit uzaklıkta olmasını da zorunlu kılar.
Bununla birlikte devlet, farklı dinsel duyarlılıkların kamusal alanda kendilerini ifade edebilmelerinin yasal güvencesini sağlamak ve var olan eşitsizlikleri de göz önüne alarak güç ilişkileri karşısında zayıf olanı, güçlülere karşı koruyan bir işlevi yerine getirmelidir.
Bu yüzden laikçiliği değil laikliği, demokrat bir laikliği savunmak ve güçlendirmek için çabalamalıyız.