Mustafa Karadağ
Kürt sorunu konuşulacaksa, eğri oturup doğru konuşmanın zamanıdır
2013 - 2015 yılları arasında yaşanan ve fiyaskoyla sonuçlanan çözüm süreci siyasi iktidar ya da diğer adıyla Cumhur İttifakı tarafından yeniden tedavüle sokuluyor. Barıştan yana olmak bazı şeyleri görmezden gelmeyi veya deneyimlerden yola çıkarak “sürece” reddiye çıkarmayı, özetle yine “gündem yaratma ve oyalama” deyip geçmeyi engelliyor.
Sürece ilişkin olarak söylenecek en önemli söz, “iktidarın kayığına binmemek, gündemi içi dolu hale getirip TBMM dışına çıkarmamak” olabilir. Zira MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söylemlerinden başlarsak içi boş, gerçeklikten uzak, tamamen spekülasyon ve manipülasyon amaçlı, iktidar bloğunun samimiyetsizliğinin densiz bir ifadesi denilebilir. Kürt sorunu Türk demokrasisinin en can alıcı ve en hassas sorunudur, bu nedenle söylenen her sözün önemi vardır ve çözüm üretmeye matuf olmak zorundadır. Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkıp, akabinde “kıymetini bilsinler” demenin hiçbir anlamı olmadığı gibi “Terörist başı buyursun, terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin." demesinin de çözüm sürecine katkısı yoktur. Buna mukabil, Kürt siyasetçilerin “Çözerse Erdoğan çözer” ifadesinin, çözümün adresi bakımından bir değeri bulunmamaktadır. Bu düşünce tarzı çözümün TBMM dışında arandığından başka bir anlama gelmez. Yine her çözüm konuşmasına Abdullah Öcalan’ın muhataplığı üzerinden başlamak da DEM Partinin kendi eliyle çözümün dışına itilmesi sonucunu doğurur ki bu aynı zamanda sürecin DEM Parti tarafından tıkanması anlamına gelir. Selahattin Demirtaş ve diğer HDP üyesi, yöneticisi iken cezaevinde tutulan partililerin durumu ise farklılık teşkil etmekle ayrı tutulmalı ve görüşlerine başvurulmalıdır. Bu bağlamda CHP Genel Başkanı Özgür Özel olumlu bir başlangıç yapmış, sürecin en önemli aktörlerinden birini ve maruz bırakıldığı pozisyonu işaret etmiştir. Hülasa çözüm TBMM içinde aranmalıdır ve hiç kuşkusuz çözüm süreci bir cezasızlık sonucu yaratmak zorundadır. Başka bir deyişle cezasızlık öngörmeyen bir sürecin adı “çözüm süreci” olamaz. Başa dönersek iktidar bloğu, Abdullah Öcalan’a bir çağrı yaparken enine boyuna düşünmeli, altını doldurmalı, çağrıya icabetin olası sonuçlarını da açıklamalıdır.
Bir başka dikkat çeken husus ise çözüm süreci konuşmalarının yeniden başlatıldığı zamana koşut olarak iktidar tarafından “etki ajanlığı” düzenlemesinin TBMM’ye sunulmasıdır. Bu düzenleme TBMM’de yasalaşırsa hiç kimse unutmasın Cumhur ittifakı mensupları dışındaki aktörlerin “çözüm sürecinin realitesine” ilişkin konuşmaları oldukça güçleşecek ve soruşturmalara maruz kalacaktır. Örneğin “eşit yurttaşlık” ifade edilebilir olmayacaktır.
Tam Kürt sorununun çözümünden bahsederken, PKK tarafından TUSAŞ’a yapılan saldırı ve arkasından Devlet Bahçeli’nin “Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır. Sorun bölücü terör sorunudur.” açıklaması, AKP’li Cumhurbaşkanının bu olup bitenlere sessiz kalması ise bize, şimdiden aslında siyasi iktidarın bir “Kürt sorunu çözme iradesinin” olmadığını işaret ediyor. İktidarın tek derdi, iktidarını sorunsuz bir biçimde olabildiğince uzatmaktır. Bütün gündemin arka planında da “iktidarı sürdürme” arzusu yatmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır ve çözüm için de aklı başındalık lazımdır. Aklını başına alması gerekenler ise istisnasız, siyasi partilerden, sivil topluma, siyasal aktörlere, bilim insanlarına kadar, tüm çözüm odaklarıdır. Bu bağlamda, Kürt sorununun çözümünün TBMM dışında hiçbir yerde çözüm bulunamayacağının, bunun içinde bir an önce parlamenter demokrasiye geçilmesi ve TBMM’nin etkin kılınması, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin gerçek anlamıyla hayata geçirilmesi gerekliliği noktasında bir ortak görüş birliğinin sağlanması ayrı bir zorunluluktur. Sloganlardan, afaki söz ve davranışlardan, gereksiz kahramanlıklardan, hiç kimseye veya iradeye taşıyamayacağı yük yüklemekten kaçınılmalı, tam bir çözüm üretildiğinde ise düşünce özgürlüğünden adil yargılanmaya, her türlü eşitliğe, yani tam ve güçlü demokrasinin tesisine yönelik ortak irade şimdiden kamuoyuna beyan edilmelidir.
DEM Partili Belediyelerden sonra Esenyurt’un CHP’li Belediye Başkanının da hukuksuz, delilsiz bir şekilde tutuklanması, yerine kayyım atanması, kayyımın önceye dair bütün izleri silmesi, Cumhur İttifakı üyeleri ve bakanlar tarafından, Prof. Dr: Ahmet Özer’in daha iddianamesi yazılmadan mahkum edilmesi, ardından Mardin, Batman ve Halfeti’nin DEM Partili Belediye Başkanlıklarının görevlerinden alınarak, yerlerine kayyım atanması ile siyasi iktidar, demokrasiyi yok etme konusunda ne kadar pervasız ve kararlı olduğunu bizlere açıkça ifade etmiştir.
Unutulmamalıdır ki eksiksiz bir demokratik iklim oluşturulmadan hiçbir sorun çözülemez. Sorunların çözümü hikmetinden sual olunmayan tek bir iradeye emanet edilemez.