Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

‘Kırılgan Kemalist miras’ & Medreselerden yetişen kitleler

Cumhuriyet, ‘hanedana’ dayalı saltanata ve ‘halifeye’ dayalı hilafete rağmen kurulmuştu.

Geçen Saltanat’ın 1922’de—zaferden iki ay sonra—kaldırılışının 101. yılıydı.

‘Saltanat ve hilafetin’ Cumhuriyet’le savaşı dışarıdan daha iyi görünüyor.

Fransa’nın köklü tarih dergisi Historia, Atatürk’ü ve Türk bayrağını Eylül sayısına kapak yaptı. Eric Pincas’ın ‘Kırılgan Kemalist miras’ yazısı temel gerçekliğimizi işaret ediyordu: “Erdoğan'ın Türkiye'si Atatürk'ünkine benzemiyor. Devlet ve din arasındaki yakın bağlar yeniden kuruldu”.

Gerçekten de sanki fiilen yüz yıl önceye dönmüş gibiyiz…!

Cumhurbaşkanı artık ‘halife’ rolüne de soyunduğunu gizlemeye ihtiyaç dahi duymuyor.

Kasım 2019’daki Din Şurası’nda, “İslam dünyasının üzerine serpilmiş ölü toprağını temizlemek, örselenmiş Müslüman özgüvenini yeniden diriltmek için çok büyük mücadeleler verdik” diyordu.

‘Naslar’ konusundaki yalın görüşünü de açıklamıştı o zaman: “Zaman ve şartlar değişse de İslam’ın nasları değişmeyecektir. Hayatımızın merkezine dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz”.

Öyle de yaptı, dini ‘hayatımızın’ merkezine yerleştirdi…

İki yıl önce ‘faiz’ için “Bu konuda nas ortada. Biz olaya buradan bakacağız, ona göre de adımımızı atacağız” deyip bugün yaşanan ekonomik felaketi tetiklemişti. Sonra “Bir Müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu.!” fetvası (!) geldi.

Açıkça ‘Devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini’, bırakın Anayasa’daki ifadesiyle ‘kısmen’ olmayı, tümüyle din kurallarına dayandırdı.!

O gün bugün orada duruyor…!

Bu konuda, yani ‘ümmet’ işlerinde de devletle din arasındaki bağların ‘yeniden kurulmasında’ da  şahsen Diyanet İşleri Başkanı, kurum olarak da Başkanlık ve Diyanet camiası kritik rol oynuyor. 

1924 Mart’ında ‘hilafet’ kaldırılırken Meclis aynı gün iki kanun daha kabul etmişti:

- Tevhid-i Tedrisat Kanunu medreseleri kapattı ve çağdaş eğitim sistemini getirdi.

- Şer’iye (Şeriat) ve Evkaf (Vakıflar) ve Erkanı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) bakanlıklarının kaldırılmasına dair kanunla ‘cami’ ve ‘kışla’ siyasetten soyutlandı—öyle sanıldı.

Diyanet İşleri Başkanlığı o zaman kuruldu. Görevi, ‘İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, toplumu aydınlatmak, ibadet yerlerini yönetmek’; o kadar-dı!

Artık öyle değil.!

Diyanet ‘siyasetten’, Başkan Bey de ‘Şeyhülislamlık’ görevinden bir türlü vazgeçmiyor, iç ve dış siyasette aktif rol üstleniyor, kamu kaynağını kullanarak iktidar partisine siyasi destek veriyor.

Daha 2019’daki İslam Birliği Kongresi’nde Diyanet İşleri Başkanı “Müslümanların fikri ve siyasi birliklerini tesis etmeleri, [ortak] güvenlik ve savunma teşkilatlarını kurmaları ötelenemez bir zorunluluk haline gelmiştir” diyerek ‘ümmet & halife’ projesine destek veriyordu.!

Ümmet Anayasası (!) “Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnetlerinin belirlediği ümmet anlayışı doğrultusunda” hazırlanmıştı, “Egemenlik Şeriatındır. Şer’i hükümler dışında egemenlik ihdas edilemez” esaslarına dayanıyor, demokrasiyi reddediyordu.

Projenin ‘eşbaşkanı’ Askeri Başdanışman o zaman istifa etti ama Diyanet İşleri Başkanı aynı misyonu başarıyla (!) sürdürüyor, ki 2021’de beş yıllığına bir kez daha atandı.

Hamas-İsrail çatışması Diyanet’e—ve iktidara—yeni bir Şeriat-Ümmet seferberliği fırsatı verdi.

Önce bir ‘Büyük Filistin Yürüyüşü’ düzenlediler, Ayasofya’da Diyanet İşleri Başkanı’nın siyasi vaazını dinlediler: “Dahili ve harici düşmanların”, dinimiz, inancımız, ‘İslam alemi’ için kurdukları tuzaklar vardı. “Bütün Müslümanların güç birliği yapması” gerekiyordu.

Sonra ‘Filistin ve Gazze’ gündemiyle, dini liderlerin, bakanların, İslam alimlerinin (!) katıldığı uluslararası bir toplantı düzenlediler: Kudüs Müslümanlarındı, Filistin ve Gazze ‘Müslüman’ yurduydu. Ümmet-i Muhammed bir araya gelmeli, Kudüs tekrar ‘darüsselam’ olmalıydı.

Bu etkinlikler, Cumhurbaşkanı’nın oğlu, damadı ve İslamcı siyasetçilerin katılımlarıyla, yurt içinde ve dışarıdaki camilerde hutbeler, özel toplantılar, bildirilerle desteklendi, destekleniyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece kanunun ona verdiği görevin—ve yetkinin—sınırını aşmıyor, siyasi amaçla—aynı Cumhurbaşkanı gibi—dini ve din duygularını da istismar ediyor, Anayasa’yı çiğniyor. Başkanlık, iktidardaki kadronun himaye ve teşvikiyle, içeride ve dışarıda tam anlamıyla ‘İslamcı/Ümmetçi’ bir siyasi parti gibi çalışıyor.

Bu ‘Hizb’ 1924’te kapatılan—ama kapatılamayan—medreselerden yetişen, Kur’an kurslarında, tarikatlarda, cemaat evlerinde, ‘din’ eğitimi denerek siyasi ‘dini’ eğitim alan kitlelere dayanıyor.

Bugün Filistin yürüyüşlerinde, toplantılarda ‘Hilafet.! Hilafet.!’ diye bağıranlar onlardır.

Kemalist miras, yüz yıl sonra bile, onun için hala çok kırılgan.!

Medreseler ve Diyanet ‘partisi’ artık daha fazla görmezden gelinemez.! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi