İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Karikatüristini hapseden demokrasi şampiyonu ülke


Yıl 2007.
Vatan Gazetesinde, Mustafa Mutlu ile aynı köşeyi paylaşıyoruz.
O yazıyor, ben çiziyorum.
O sıra, ANAP’ın başında, Nesrin Nas’tan sonra başkan olmuş Erkan Mumcu var.

Bildiğiniz gibi, 1983’de %45.14 ile gümbür gümbür iktidara gelen ANAP, Özal’dan sonra sert iniş yaparak, 2002’de %5.11 ile meclis dışında kalınca başkanları daha hızlı değişmeye başlamıştı.

Gazete’den çıktım. Taksiyle Şişli’den Beşiktaş’a iniyorum. Cep telefonum çaldı.
Karşıdaki ses, Efendim, telefonunuzu gazetenizden aldım. Ben Erkan Mumcu’nun özel kalemiyim. Erkan Bey sizinle görüşmek istiyor..” dedi.

Hoppala paşam, Malkara Keşan!
Türkiye’de bir siyasi figür, bir karikatürcüyü arıyorsa ortada bir sıkıntı var demektir.

O sıra ANAP’ın, Meclis’te fantastik bir ‘grup kurma’ mücadelesi var.
Ne demek bu?
Parti olarak, 20 milletvekiliniz varsa, ‘Meclis Grubu’ kurabiliyorsunuz, böylece mecliste grup toplantısı yapmaktan seçim harcırahına kadar, bazı özel statü ve olanaklara kavuşuyorsunuz.

Hatırlayanlar teslim edecektir.
Erkan Mumcu, insanüstü bir gayretle ANAP’ın milletvekili sayısını 20’ye tamamlama savaşı veriyor ki öyle böyle değil..

Tam 20’yi buluyor, bir istifa, sayı yine 19’a iniyor. Biraz kısmetsizlik de var ki, tam 20’yi bulduk açıklaması yapılıp Meclis’e başvuruluyor, bir kaza, bir kalp krizi bir vefat, sayı yine 19’a iniyor…
Bir Erkan Mumcu tamamlıyor, bir sayı eksiliyor!..

Olay dramatik.
Benim de ilgi odağıma oturmuş, karikatürcü olarak olup biteni merakla izliyorum.

Ara ara, ANAP ile ilgili, Mesut Yılmaz’ı, Erkan Mumcu’yu, Mehmet Ağar’ı hicveden karikatürler çiziyorum..
En son bu eksilme - tamamlama durumunu ti’ye alan, o gün yayınlanan aşağıdaki karikatürü çizmişim. ‘Okey’e dördüncüyü en iyi Erkan Mumcu bulur’ karikatürü…
Erkan Mumcu’nun arama sebebi belli ki bu!

Telefon kulağımda, sıkıntılı bir ruh haliyle, Erkan Mumcu’nun bağlanmasını bekliyorum.
Zihnimi, kullanacağı üsluba uygun bir karşı ateşe hazırlamaktayım.

Birkaç saniye içinde Mumcu’nun sesi geldi.
“Bülent Bey merhaba, öncelikle size çok teşekkür ediyorum” diye yumuşak ve nazik bir tonla söze girdi.
Tabii benim gardım hala kapalı ve hala atağın sertleşmesini bekler durumdayım. Oysa o, kibar bir şekilde, başladığı gibi devam ediyor, edebi, felsefi cümleler kuruyor.

“Bir siyasetçinin” diyor, “bir karikatürcünün kalemine konu olması, karikatürcünün fırçasına dolanması, o siyasetçinin kamu nezdinde tescili anlamına gelir” diyor.. Anlamlı, derin sözler sarf ediyor…



Özellikle bir sağ siyasetçiden hiç beklemediğim bu tür cümleleri de duyunca gardımı gevşettim.
“Lütfen beni çizmeye devam edin. Her türlü eleştiriniz beni mutlu eder!” şeklindeki sözlerinden sonra karikatürü imzalı olarak almak istediğini de söyleyince bende yelkenler tamamen suya indi.

Adnan Kahveci’den sonra ilk kez, hakkında karikatür çizilen bir siyasinin, çizere teşekkür etmek için aradığına şahit olmuştum. Hatta Kahveci “O zaman ben de seni çizerim” demiş, benim karikatürümü çizmiş, onu da Çarşaf dergisindeki köşemde yayınlamıştım.

Mumcu ile bir daha hiç görüşmedik.
ANAP’ın başından da ayrılınca, hakkında çizecek bir şey kalmadı zaten.
Söylediği gibi “bir siyasetçi olarak artık ‘kamu nezdinde tescile’ ihtiyacı kalmamış olsa da” -siyaseti, yaptığı yapamadığı, bir yana- yıllar sonra onu, bir kâhil insan sıfatıyla anmama olanak sağlamış oldu.
Ömrü uzun olsun.

Bu yazıyı ve Erkan Mumcu’nun bu olgun davranışını, sadece bugünün siyasilerinin değil, genç savcıların, yargıçların da kulağına mesel olsun diye yazıyorum.

Amerika’da yakın zamana kadar, en zenginler listesinin ilk on’u içerisinde üç karikatürist vardı. Türkiye’de ise sadece karikatür çizerek yaşamak ancak iki elin parmakları kadar karikatürcüye kısmet oldu.
Bunlardan biri benim.
Biri de meslektaşım Seyfi Şahin.
Seyfi, yıllarca mizah dergilerinde karikatür çizmiş, Levent Kırca yazar ekibinde mizah yazmış, geçimini sadece karikatür çizerek, mizah üreterek sağlayan (şimdi biraz da sağlayamayan) ender karikatürcülerden biri.

Gırgır dergisinin son sayısında çizdiği bir karikatür nedeniyle yargılandı, davası yeni sonuçlandı ve bu hafta başı, 1 yıl 15 gün hapis cezasına mahkum olduğu tebliğ edildi..
Önümüzdeki hafta yatış için cezaevine teslim olacak.
Ne olacak, nasıl olacak o da bilmiyor…

Asıl tenakuz, her vesilede ”demokrasi şampiyonu” olduğunu iddia eden bir ülkenin yargısının, tabanca, bıçak kullananları sokakta bırakırken, kalem, kağıt kullananları hapsetmeye çalışması.

“Gaulle” kelimesinin fonetiği, Fransızca’da, ağaçtan meyve toplamak için kullanılan uzun sırığın (gauler) adını andırır.
Charles de Gaulle ise, II. Dünya Savaşı öncesi savaş teorisyeni bir tuğgeneral, savaştan sonra da Fransa Cumhurbaşkanı olan 1,96 boyunda, soy ismiyle müsemma bir ünlü siyasetçinin adıdır.

General de Gaulle, bir savaş kahramanı olmasına rağmen, uzun burnu ve boyu ile Fransız karikatürcülerin acımasız esprilerinden kurtulamamıştır.
Kadim dostum Hüseyin Şişman, gezi bloğunda Fransız Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’den bir anekdot yayınlamış:
“General de Gaulle’ün Cumhurbaşkanlığı devam etmektedir.
1960’lı yıllar… O aralar siyasi mizah dergilerinde onun karikatürleri pek görünmez olur. De Gaulle danışmanlarına dert yanar, “Yahu karikatürlerim çıkmaz oldu, hayrola Fransızlar artık beni sevmiyor mu?“

Bütün siyasilerimiz olaya, Rahmetli Adnan Kahveci gibi, Erkan Mumcu gibi bakabilseydi, General de Gaulle gibi yaklaşabilseydi; kimse karikatürden, mizahtan, yazdığından, çizdiğinden, düşündüğünden gadre uğramasaydı, belki gerçekten de “demokrasi şampiyonu” olabilirdik!

Mizahçının ürettiği, toplumun sesinin yansısıdır.
Mizahçısına eziyet eden, allame olsa gelecekte iyi anılmaz!

Toplumsal vicdanın hizası


Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Millet İttifakında liderliğin pozisyonunu tanımlarken “Toplumsal vicdanın hizasında durmak..” şeklinde bir cümle kurdu.

Aslında bu koalisyonun ve hatta bu koalisyon dışındaki koalisyonların da anahtar cümlesi bu.
Çok kritik bir eşikteyiz ve vatandaşın kahir ekseriyesi durumun farkında.
İşte “toplumsal vicdan”, bu farkındalık.
Bu hizada duramayan liderler gider, peşinden tek bir seçmen de götüremez..
Ona göre!

Avrupa’da Kur’an’ı kim yakıyor?


Avrupa’da Kur’an yakanlar “Atayizler” mi?
Hayır!
Solcular mı?
Hayır!
Komünistler mi?
Hayır!
Şamanistler mi?
Hayır!
Mütedeyyin hristiyanlar mı?
Hayır!
Kimler Avrupa’da Kur’an’ı yakanlar?
Avrupa’nın hristiyan aşırı sağcıları…
Avrupa’nın siyasal dincileri…

Yani kime kızacağınıza iyi bakın!
Siyasal dinciler dünyanın her yerinde birbirine benzer!

Ne bilim!


Biz aya sert inişi düşüne duralım, Birleşik Arap Emirlikleri, ülkenin iki astronotundan biri olan 41 yaşındaki genç astronot Sultan al-Neyadi’yi, Space X’in Falcon 9 roketiyle, uzun süreli bir uzay yolculuğuna gönderiyor.

Al Neyadi, öyle form doldurup başvuru kurasıyla seçilmiş bir vatandaş değil. İngiltere’de Brighton Üniversitesinde Elektronik ve İletişim Teknolojileri Mühendisliği okumuş, Avustralya Griffith Universitesinde Data Teknolojileri alanında master yapmış bir asker bilim adamı.

Genç adam yıllardır çalışıyor yer çekimsiz ortamda alet kullanma deneyleri yapıyor. Oksijensiz ortamda yapacağı testlere hazırlanıyor. Başını yastığa koyduğunda sağ salim fırlatmayı atlatıp istasyona varabilecek miyim? Yanmadan atmosferi geçip geri gelebilecek miyim diye düşünüyor.

Peki Birleşik Arap Emirlikleri sathında harıl harıl, astronotun, uzayda hangi deneyleri hangi bilimsel araştırmaları yapacağı, hangi projeler üzerinde çalışacağı, nasıl gidip döneceği mi tartışılıyor sanıyorsunuz?
Tabii ki hayır!
Ne tartışılıyor?
Bir bölümü Ramazan ayına gelen bu seyahat süresince Arap astronotun oruç tutup tutmayacağı tartışılıyor.

Standart uyum çalışmalarının ağır temposu altında canı burnuna gelmiş astronot, sonunda dayanamıyor, “tutmayacağım ulan! Orada saatte 28 bin km hızla dönüp duracağım.. Seferi sayılırım” diye cevap veriyor.

Ulema, “evet seferidir!” diyor.
Tartışma kesiliyor!

Bilim mi dedin?
Nebilim!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi