Ahmet Çakır
Kapkara bir Kasım
Bu Kasım ayı epeyce yıkıcı geçti. Yavuz Kocaömer ağabeyimizin ardından Hıncal Uluç’u da kaybettik. Birkaç gün geçmeden de Büyük Mehmet’in vefat haberini aldık. Kısacası kapkara bir Kasım yaşadık.
Aslında beklenmeyen bir durum değildi bu kayıplar. Özellikle Büyük Mehmet yıllardır hep ölmek ister gibi yaşadı. Çok daha iyi bir hayat sürdürebilmesine ilişkin her türlü öneriyi reddetti. Oysa milyonlar onu bağrına basmaya hazırdı. Belki hiç seyretmemişler hatta televizyonda bile görmemişlerdi ama Büyük Mehmet’ti o.
Galatasaray’ın 1970’lerin başındaki üst üste üç şampiyonluğunun yıldız isimlerindendi. Sonraki yıllarda kolunda pazuband olmasa da kaptan olduğu bilinen adamdı. Ay-yıldızlı formayı da yıllarca gururla taşımıştı.
Gerçi son sezonunda Fenerbahçe’ye gitmiş olmasından dolayı biraz kırgındı milyonlarca taraftar. Ancak bunun nedenini öğrendikten sonra “Haklıymış adam” diyebiliyorlardı. Birkaç yıl daha oynayabilecek durumdayken bırakması istenmiş, o da sadece 1 sezon daha oynamak istediğini söylediğinde olumlu karşılık bulamamıştı. Tam olarak ne olduğu, neler yaşandığı pek bilinmeyen, çeşitli tevatürlerle anlatılan tatsız durumlardı bunlar.
Kaldı ki Büyük Mehmet ne Galatasaray’dan ne de başka bir yerden bir şey bekleyen adamdı. Hayatı boyunca Kadırgalı olmak ona yetmişti. Son nefesini verirken de yine yanında Kadırgalı arkadaşları bulunuyordu.
Pek çok gazeteci onunla röportaj yapabilmek için çırpınmış, araya reddedemeyeceği kişileri koymuş ama istediğini elde edememişti. Hürriyet’ten Süleyman Arat arkadaşımız, onunla röportaj yapabilmek için kapısında yatmaya razı olabileceğini yazıyordu. Bence de iyi ederdi. Muhtemelen meslek hayatının en parlak işini çıkarırdı ama başka pek çok gazeteci gibi o da hüsrana uğrayacaktı bu konuda. Büyük Mehmet kendisini bu fani dünyaya böylesine kapatmış bir adamdı. Yapayalnız yaşamayı ve ölmeyi seçti.
Hayır, Galatasaray onun için bir şeyler yapabilmekten kaçınmış değildi. Bir süre önce evinde düşüp geçirdiği beyin kanaması sonrasında takım arkadaşı Öner Kılıç’ın önderliğiyle tedavisi yaptırılmış ve daha iyi koşullarda yaşayabilmesi için çaba gösterilmişti.
Aslında kimsenin bir çaba göstermesine de gerek olmayabilirdi. Çeşitli gazete ve televizyonlardan defalarca yorumculuk önerisi almıştı. Bu işler için büyük paralar ödenen dönemlerde de kapısı en sık çalınan adam durumundaydı. Hiçbirini kabul etmedi. Teknik adam olarak da futboldan uzun yıllar ekmek yiyebilirdi. Onun kadar bilerek oynayan bir adamın kuşkusuz ki öğretecek çok şeyi vardı.
Hiçbirini istemedi. Kadırgalı Mehmet olarak yaşamak ona yetti.
Son kez hastaneye kaldırıldığında da bundan sonra Florya’daki Galatasaray Huzurevinde kalması için harekete geçilmişti. “Bundan sonra Mehmet ağabeyin her türlü masrafını ben ödeyeceğim” diyenler vardı. Bunlar palavradan çıkışlar, dayanaksız söylemler değildi; ağzından çıkan sözün gereğini yerine getirebilen adamlardı bunları söyleyenler.
Gelgelelim, onu sahiden tanıyanlar iyi biliyor ki Büyük Mehmet yaşamak istemiyordu. Bu fani dünyada çilesini doldurma konusunda artık sona yaklaşmış bir dervişti. Son günlerinde hayata tutunmak için herhangi bir çaba göstermesi söz konusu değildi. Veda ederken bu çile bittiği için sevinçli olduğu bile söylenebilirdi.
Takım arkadaşlarının bile saha içinde durup seyrettikleri derecede büyük bir futbolcuydu. “Büyük” unvanı sadece Çilli Mehmet (Özgül)’den büyük olduğu için verilmemişti kendisine.
Nisan 1973’te İzmir’de 5-2 kazandığımız Bulgaristan milli maçında attığı serbest atış golü için rahmetli İslam Çupi, “Üst düzey bir oyuncunun 15 yıllık futbol hayatında atabileceği en güzel gol” yorumunu yapmıştı.
Anlaşılan o ki futboldaki başarısını başka alanlarda gösterememişti. Yoksa çok daha başka türlü yaşanabilecek bir hayat böyle ziyan edilmezdi.
Ne diyebiliriz? Kendi bileceği bir işti ve sonuna kadar öyle yapmayı seçti.
Umarız ki gittiği yerde huzur içinde olsun.