Erhan Karadağ
İnsan Yaşadığı Kadar, Gördüğü Kadar
Şu ara biliyorsunuz, portakal, sarımsak, un, maya, oklava çok satılıyor; bir de karavan satışları artmış, hobi bahçesi filan peşindeymiş herkes… Motosiklet mağazası olan bir arkadaşım işlerin azaldığını anlatırken dedi ki “gelen giden önceden olduğu gibi değil, çok azaldı. Az ama çok garip, gelip motora bakan artık düşünmüyor, alıp gidiyor.”
E haklılar. Davranışlarını değiştirenler, elini çabuk tutanlar, dünyanın kaç bucak olduğunu gördüler. Gördüler hayat yaşamak için, paylaşmak için, doğa için, görmek için, sağlık için. Düne kadar Tunalı’da volta atanlar, şimdi Esat’ta Ayrancı’da apartmanın arka bahçesinde otoparkta maydanoz domates fidesi dikmeye çalışıyor.
Hastalanmayalım, hastaneye doktora gitmeyelim diye eski hastalıklarımızı unuttuk. Doktorlar ölüyor çünkü. Oysa doktorların gözünün içine bakıyorduk, ne öneriyorlar, kendileri ne yiyorlar ne içiyorlar diye. Hekim arkadaşı olunca insanın, fazladan sağlığı oluyor gibiydi. Hele doktorla kadeh kaldırırken gelecek ayın maaşından avans almış gibi değil miydiniz. O kadar uzaktı hepimize ölüm. Şimdi o kadar yaklaştı ki, doktorların iş kazasıyla erkenden gittiği bir dünya oldu buralar. Suçu günahı olmayan çocukların vurulduğu, dünyayı yiyenlerin doymadığı, bir lokmayla doyanların kahrından öldüğü bir dünya oldu.
İzolasyon ve sokağa çıkma yasakları kalbimizle kulaklarımız arasındaki bağı kısalttı, aklımızla ruhumuz arasında sıkışan yolları açtı. Kafamızın bir yerinde kendi gerçeklerimizin radyosu çalıyor sabahtan akşama: Ne yaptım, ne yapacağım, ne olacak bundan sonra, kimse bilmiyor. Peki ne yapmalı? Kim bilir kaç kez duydunuz bu cevabı aslında. Duydunuz da bir türlü yapmadınız gitti: Yaşamalı. Hoyratlara, hayat düşmanlarına rağmen yaşamalı.
İnsan ne kadar ki. Mesela müdür; oturduğu koltuk kadar etmez. Ya da işçi sıva yaptığı duvar kadar, mimar çizdiği proje kadar değil. İnsan yaşadığı kadar, gördüğü kadar.
Peşine düşen, tadını alan iktidardan doymuyor, şöhretten bıkmıyor. Gücü ilahlık, zenginliği para sahibi olmak sananların yiyeceği en büyük şey, soğanın cücüğü.
Çok parası olan değil aslında, zamanı olandır esas zengin, hikayesi olandır. Ölüm korkusunu birlikte yaşadığımız günlerin hatırına söyleyeyim az bildiğimi: Öncelikle her şeyi bilenleri, yaşamadan anlatanları değil, göz yaşı olanları dinleyin. Cevap onlarda değil sende, ilerde değil, geride. Ne yapmadıysan onu yap.
Güven mesela. Çevren, dostların, sevdiklerin güzelleşsin.
Çocuklarınla oyna, onların dünyasına girip tadını çıkar.
Şarkı söyle. Hep dinlediğin o melodinin içine gir.
Yelken yap. Hayalin değil, rüzgarın, bilginin alıp götürdüğü yerlere git, günlerce, haftalarca git.
Gitmiyorsan yemek yap. O tatları, o duyguları, kokuları buraya getir.
Karavanla gez. Yolları, zamanı, mekanı menüyü sen yönet. Çadır kur çamların dibinde, ay ışığının atında uyu.
Müzik aleti çal. Araba kullanmaktan başka bir şey becer, resim yap.
Çok sev, aldan, aşık ol, inan, bir daha yanıl, sev. Aşk seni bırakmaz.
Motosiklete bin. Neymiş bi bak, Türkiye’yi Avrupa’yı dolaş iki teker üstünde.
Dans et, top oyna, yüz, kayak yap.
Gönlünün düştüğü yerde mola ver. Sonra devam et.
Kendi reçetem benim dünyam olduğu için galiba bir çırpıda sıralayabildim. Zenginliğim varsa hayatta budur, bunlardır.
“Dünya eskisi gibi olmayacak” diye ezberden uyaranlara da sormak isterim.
Neydi sizin dünyanız? Eskiden ne yapıyordunuz ki?