Galip Umut Özdil
İneğin dört memesinden biri
1 Haziran Dünya Süt Günü nedeniyle sektörün tüm paydaşlarının temsilcileriyle televizyon programlarında bir araya geldik. Sektörde yaşanan sorunları ve çözüm önerilerini gündeme getirdik. Önemli başlıkları dikkatinize sunuyorum.
Ülkemizde 1 milyon 200 bin aile, yani yaklaşık 6 milyon kişi ekmeğini sütten çıkarıyor. Tüketimi düşündüğümüzde ise süt ve süt ürünleri her eve girdiği için konu herkesi ilgilendiriyor. Türkiye’de 23 milyon ton süt üretiliyor. Son 10 yılda yüzde 83 oranında bir artış söz konusu. Ülkemiz bu verilerle dünyanın 8. , Avrupa’nın 3. büyük süt üreticisi. Ürettiğimiz sütün ancak yarısını sanayiye ulaştırabiliyoruz. Kalanı hane içinde ve kayıt dışı tüketiyoruz.
Yıllık toplam cirosu 55 milyar TL’yi aşan Türkiye süt ve süt ürünleri sektörü, her gün 500 binden fazla çiftçiden aldığı çiğ sütü süt ürünlerine dönüştürerek, her gün 600 binden fazla satış noktasında tüketicilerle buluşturuyor.
Sektör, 2020 yılında, 372 milyon dolar karşılığı 182 bin ton süt ve süt ürününü Avrupa Birliği ve Avrasya Ekonomik Birliği ülkelerinin de dâhil olduğu toplam 111 ülkeye süt ve süt ürünleri ihraç ediyor.
Tarım ve Orman Bakanlığı, çiğ süt ve süt yemi fiyatlarının sürekli izlendiğini ve sektörün paydaşları ile sürekli iletişim kurularak üreticilerin olası mağduriyetlerinin önüne geçilmesi amacıyla gerekli tedbirler aldığını söylüyor.
Piyasada üreticiler aleyhine oluşabilecek durumlarda girdi maliyetlerine katkıda bulunmak amacıyla dönemsel destek primi uygulanıyor ayrıca üretimde arz fazlasının yaşandığı dönemlerde süt piyasasının düzenlenmesi, üretimin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve üreticilerin mağduriyetinin giderilmesi amacıyla Et ve Süt Kurumu aracılığı ile süt piyasası regüle edilmeye çalışılıyor.
İşin bir yönünde bunlar var. Diğer yönü ise çok daha önemli ve karmaşık.
Önemli çünkü; üretimin devamlılığı üretici gelirlerinin artmasına bağlı. Çiftçi üretmezse, süreklilik sağlanamazsa yukarıda yazılan bilgilerin hiçbir önemi yok.
Karmaşık çünkü; başta yem ve hammaddeleri olmak üzere tüm girdiler son bir yılda resmi verilere göre ortalama yüzde 50 arttı. Piyasadaki artış oranları çok daha yüksek.
Bugün süt üreticileri yüksek maliyetlerden ve sütlerini maliyetlerin altında satmaktan ya da belli dönemlerde oluşan talep fazlası sütlerini satamamaktan, sütün kendilerinden düşük fiyata alınırken, markette tüketiciye bu fiyatın 4-5 katına satılmasından şikayetçi.
Akademik çalışmalara göre üretimin sürdürülebilmesi için üretici, 1 litre süt ile en az 1,3 kilogram yem almalı. Ama şu anda şu anda 1 kilogram bile alamıyor.
İneğini besleyemeyen üretici yıllarca büyük emeklerle baktığı verimli süt ineklerini kesime götürmek zorunda kalıyor. (2008 yılında 1 milyon inek kesime gitmişti. Türkiye’nin toplam büyükbaş hayvan varlığının 7 milyonu sağmal olmak üzere 19 milyon baş olduğunu düşünürseniz tablo daha net ortaya çıkıyor.) Üretim düşüyor. Bu açık ithalat ile kapatılmaya çalışılıyor. Bu kısır döngü uzun yıllardır yaşanıyor. Bunun sonucunda başta üretici olmak üzere tüketici ve milli ekonomi zarar görüyor. İthalat şirketleri ve yabancılar para kazanıyor. Bunun 13 yıl önceki bedeli 3 milyar dolar oldu. Görmezden geldik, açığı ithalatla kapattık.
Dövize endeksli maliyetleri düşüremeden ya da yeterince desteklemeden sadece tüketici fiyatlarını baskı altına almaya çalışıyoruz. Bu politika da başarılı olmuyor. Süt ve süt ürünleri, fiyatları en çok artan ürünler arasında yer alıyor. Tek amaç gıda enflasyonunu düşürmek olunca üretim sürdürülebilir olmaktan çıkıyor.
Süt üreticisinin kendi ürettiği yem ile hayvanlarını besleyemediği, milli servet olan buzağıların öldüğü, üreticinin süt satış ve yem alış fiyatlarıyla sürekli baskı altında tutulduğu bu yapı sürdürülemez.
Üretici kısaca, ‘’İneğin 4 memesinden sadece birinin geliri benim olsa yeter’’ diyor.