Can Selçuki
İklim politikalarıyla oy alınır mı?
Sorunun cevabını baştan vereyim; Evet. Bundan sonrasını, neden olduğunu öğrenmek isterseniz okumanızı tavsiye ederim. Dünya ekolojik bir krizin arifesinde. Aklı başında herkes artık bir şey yapılmazsa geri dönüşü olmayan noktaya doğru ilerlediğimiz konusunda mutabık kalmış durumda. Üstelik ABD ve AB gibi büyük ekonomilerde artık doğayı ve iklim değişikliğiyle mücadeleyi öncelikleyen politikalar ana akım siyasetin gündemine girmiş durumda. Özellikle Avrupa Birliği’nde 2019 yılında yürürlüğe giren “Yeşil Mutabakat” iklim değişikliği ile mücadeleyi bir doğayı koruma çabası olmaktan çıkartıp tüm üretim yapısını önemli rekabetçi avantajlar kazandıracak şekilde yapmayı öngörüyor.
Ancak iklim politikaları, Türkiye’de ana akım siyasetin gündemine ciddi bir şekilde giremiyor. Siyasetçiler bu konulara hala el yordamıyla ilgileniyorlar. Türkiye’de siyaset eski kafalı olduğu için iklim politikalarının seçmende bir karşılığı olmayan “yumuşak” bir siyaset konusu olduğunu düşünüyor olmalılar. Ciddi şekilde yanılıyorlar.
KONDA araştırma şirketinin 2020 yılının Eylül ayında gerçekleştirdiği bir ankete göre Türkiye’de toplumun yüzde70’i iklim değişikliği konusunda “endişeli” veya “çok endişeli” olduğunu düşünüyor. Öte yandan toplumun yüzde 74’ü iklim değişikliğinin insanların yaptığı faaliyetlerden dolayı olduğunu düşünüyor. Son olarak paylaşmak istediğim veri ise toplumun yüzde52’si iklim değişikliğinin koronavirüsün yarattığı tahribattan daha büyük bir tahribata sebep olacağını düşünüyor olduğu. Hatırlatmak fayda var ki bu anket henüz aşılar bulunmamışken ve Türkiye salgının en karanlık günlerinden geçerken yapılmış. O günlerde bile bu sonuç çıkmış.
Bizde Türkiye Raporu olarak benzer bir soruları haziran ayı birinci araştırmamızda sorduk. Katılımcıların yüzde 51,3’ü kamu projelerinde ekonomik getirinin doğanın tahrip edilmesi pahasına olmaması gerektiği görüşüne katıldıklarını ifade ettiler. Öte yandan toplumun yüzde 74’ü Kanal İstanbul gibi doğayı doğrudan etkileyecek projelerin referandumla halka sorulması gerektiği görüşüne katıldı. Bu sonuçlar bana toplumda iklim politikalarına talep olduğunu gösteriyor. Ancak bu talebin örgütlenmesi ve seçmen tercihinde etkili olmasını sağlamak siyasi partilerin elinde. Şu anda kitle partisi olduğunu iddia eden partilerin hiçbiri bu politika alanına gereken ciddiyeti vermiyor. Bu alanda siyaset yapmak isteyen partilerin önünü de İçişleri Bakanlığı kesiyor. 21 Eylül 2020’de İçişleri Bakanlığı’na başvuran Yeşiller Partisi hala yol alabilmiş değil. Belki de başarı gösterebilecek tematik küçük partiler ancak kitle partilerini bu konuya eğilmeye ikna edebilir.
Son olarak son 20 yılda Anadolu’nun farklı yerlerinde başta HES protestoları olmak üzere doğa temelli protestoları unutmamakta fayda var. Bu protestoların iki önemli özelliği var. Birincisi uzun süreli olmaları ikincisi de siyasi aidiyetten bağımsız olmaları.
İklim politikalarını önceliklendirmenin ahlaki bir mesele olduğunu düşünüyorum. Ahlaki öncelikler siyaset için her zaman önemli olmayabiliyor. Ancak bu sefer görülüyor ki, özellikle muhalefet açısından, pratik bir faydası da var. Yazıyı bitirirken son anketimizden bir sonuç daha paylaşmak isterim. Katılımcıların neredeyse yüzde 80’i, Marmara Denizi’nde görülen deniz salyası tehlikesi konusunda “endişeli” veya “çok endişeli”. Dahası katılımcıların sadece yüzde 11’i konudan haberi olmadığını ifade ediyor. İklim politikaları artık Türkiye siyaseti için kıyıda kalmış bir konu olamaz. Rakamlar ortada.