İKİ TARZ-I SİYASET

Başlığı gören tarih meraklısı okuyucular yanlış anlamasınlar diye daha baştan belirteyim bu yazının Yusuf Akçura’nın eseriyle hiçbir alakası yok. Yazacaklarım siyasetin bugünleri ve yakın geleceği ile ilgili.

Türk siyasetinde 2017 anayasa referandumu sürecinden bu yana aslında iki siyaset tarzı büyük bir rekabet içerisinde. Bunlardan birincisi Sn. Erdoğan’ın “kutuplaştırma” siyaseti, ötekisi ise Sn. Kılıçdaroğlu’nun “bütünleştirme” olarak isimlendirebileceğimiz siyaseti.

Belki çoğunuz artık hatırlamıyor olabilirsiniz yahut bu satırları okuyacak genç seçmenler inanmakta zorlanabilir ama Sn. Erdoğan hep böyle kutuplaştıran bir siyaset tarzına sahip değildi. AK Parti ilk döneminde Milli Görüş’ün yanı sıra merkez sağ, liberal, Kürt, az miktarda sol ve bağımsız İslamcıların oluşturduğu bir koalisyondu aslında. Biraz da bu yapısının gereği o dönemde AK Parti’ye hoşgörü dili hakimdi.

Bir süre sonra bu durum politikalarına da yansımaya başladı. Akif Beki’nin dünkü yazısında hatırlattığı gibi Erdoğan daha 2006 yılında toplumsal bir restorasyondan bahsediyordu. Özetleyecek olursak; geçmiş kavgaların ülkeye kan kaybettirdiğini, yaraları kanatmak yerine iyileştirmemiz gerektiğini ve bu amaçla en uçtakiler de dahil olmak üzere herkesi kucaklamanın zorunluluğunu anlatıyordu. Nitekim 2007 yılında Alevi açılımı, 2009’da ise Kürt ve Ermeni açılımları geldi. Diğer ikisinde çok mesafe alınamadı ama Kürt açılımı 2015’e kadar büyük zorluklarına rağmen sürdürüldü.

Sn. Erdoğan’ın bu tarzı terk etmeye başlamasını Gezi Olayları tetikledi. Arkasından gelen 17-25 Aralık olayları süreci daha da hızlandırdı ve o dönemden sonra kendi tabanını konsolide edebilmek için kutuplaştırmanın gücünden istifade etmeye başladı.

Parlamenter sistem içinde bu strateji işe yarıyordu. Konsolide edebildiği seçmenler her hâlükârda AK Parti’yi iktidarda tutmaya yetiyordu. Gerçi 7 Haziran 2015 Genel Seçiminde hükümet için yeterli çoğunluğa ulaşamadı ama içinde AK Parti olmadan başka bir hükümet de kurulamamıştı.

Sn. Bahçeli’nin “fiili durumu hukuki hale getirme” gerekçesi ile yaptığı başkanlık sistemi çağrısı ile Türkiye siyaseti yeni bir evreye girdi. AK Parti’nin MHP’ye gönderdiği taslakta yer almayan ve bu günlerde çok tartışılan Cumhurbaşkanı seçilmek için zorunlu olan yüzde 50+1 kuralından sonra, aslında kutuplaşma siyasetinin terkedilmesi gerekiyordu. Ancak referandum esnasında kaçınılmaz olarak “evet” ve “hayır” etrafında kümelenme zorunluluğu Sn. Erdoğan’ın kutuplaşma siyasetinin işe yaramakta olduğu yönündeki kanaatinin devamına yol açtı.

2018’de yapılan erken genel seçimde, referandum sürecinde Erdoğan siyasetine tamamen hâkim olan kutuplaştırma stratejisinin şiddeti daha da arttı. Ancak bu sefer kutuplaşmadan beklenen verim elde edilememişti. AK Parti yüzde 50’den, BBP’nin katkısı da dahil olmak üzere, yüzde 42,5’e düştü. Cumhurbaşkanlığının ilk turda kazanılmış olması nedeniyle bu sonuç halının altına süpürüldü ve unutuldu.

Ortağı MHP ile birlikte iktidar artık kutuplaştırmanın da ötesine geçmeye başlamıştı. Son dönemlerde çok sık duyduğumuz “kriminalize etme” ve “şeytanlaştırma” siyasetleri Başkanlık sisteminin adeta marka vaadi haline geldi. Yerel seçimde yaşanan büyük yenilgilerden sonra bir ara Sn. Erdoğan geçmiş günlerini hatırladı ve 19 Nisan’da “Türkiye İttifakı” çağrısı yaptı. Ancak ortağından gelen itirazdan sonra bir daha bu çağrıyı yinelemedi.

O günden beri kutuplaştırma siyaseti kriminalize etme ve şeytanlaştırma inovasyonları ile birlikte tam gaz devam ediyor.

Sn. Kılıçdaroğlu ise son günlerde dillendirdiği “helalleşme” çağrısı ile yeni bir evreye taşıdığı bütünleştirme siyasetini uzun zamandır sürdürüyor. Bu anlayış büyük ölçüde bir zorunluluğun neticesi olarak Kılıçdaroğlu’nun siyasetine yansımıştı. 1 Kasım 2015 Genel Seçiminde toplamda yüzde 60’ın üzerinde oy almış iki partinin desteklediği anayasa değişikliğini referandumda geçirmemek için geniş bir işbirliğine ihtiyaç vardı. Siyasal kimlikleri öteleyerek evrensel değerler etrafında bütünleşme esasına dayalı yeni anlayış farklı kesimleri bir araya getirmekte büyük ölçüde başarılı oldu. Gerçi referandumda kıl payı da olsa “evet” çıkmıştı ama ülke siyaseti artık yeni bir alternatif gücün farkına varmıştı.

Referandumda başlayan işbirliği daha sonra Millet İttifakı’na ve arkasından da yerel seçim başarılarına dönüştü. İktidarın uygulamalarından rahatsız olan tüm kesimler artık bütünleştirici siyasetin önemini ve kıymetini anlamaya başlamıştı.
Yüzde 50+1 gereken bir seçimde toplumun bazı kesimlerini iterek başarı elde edilemezdi. Bu oy oranına ulaşmak isteyen siyasetçi mutedil olmak, herkesi kucaklamaya çalışmak, hiç değilse herkesle iyi geçinmek zorundaydı. Ancak Sn. Erdoğan ve ekibi başarısızlıklarından kaynaklanan hınçla bu durumu okuyamadılar. Referandumda yüzde 51,5’e yüzde 48,5 iktidar lehine olan tablo yerel seçimlerde eşitlendi. Pandemi sürecinde ise muhalefet lehine bozuldu. Artık kutuplaşma siyaseti seçmenin ancak yüzde 40’ını konsolide edebiliyor. Büyük çoğunluk ise bu siyasetin karşısında yer alıyor.

Sn. Erdoğan her şeye rağmen kutuplaştırma siyasetinde ısrarını sürdürürken, Kılıçdaroğlu helalleşme çağrısı ile tabiri caizse bütünleştirme siyasetine “level” atlattı. Dünkü grup konuşmasında devletin çeşitli iktidarlar döneminde mağdur ettiği veya açıkça haksızlık yaptığı tüm toplum kesimlerine el uzattı ve helalleşme çağrısında bulundu. Görünen o ki, bu politika sadece “çağrı” ile sınırlı kalmayacak ve çok sayıda temas da gerçekleşecek.

Gerek Türkiye’deki gerekse dünyadaki popülist iktidarların kullanmayı çok sevdiği kutuplaştırma-kriminalize etme-şeytanlaştırma politikasının kısa vadeler dışında aslında işe yaramadığını çeşitli örneklerden biliyoruz.

Soykırım, ırk ayrımcılığı, mezhep savaşları veya kölelik gibi büyük suçları işleyen toplumların bile bir süre sonra yanlışlarıyla yüzleştikten ve mağdur ettiklerinden af diledikten sonra; yeni sayfa açmayı ve toplumsal bütünlüklerini sağlamayı başardıklarına dair de dünyada çok sayıda örnek var.

Bu nedenle Sn. Kılıçdaroğlu’nun başlattığı şey kendisinin de belirttiği gibi basit bir siyasal stratejinin ötesinde anlamlara ve hedeflere sahip. Fay hatlarıyla dolu ve tarihsel travmalarının etkisinden kurtulamayan bir toplumun yeniden inşasını hedefliyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu sadece siyasal sistemi değiştirmeyi değil, barış-hoşgörü-uzlaşma ilkeleri etrafında bütünleşmiş bir toplumu da hayal ediyor.

Önümüzde iki seçenek var: ya travmalarımızı ve hınçlarımızı unutmayı başaracağız ya da Erdoğan’ın kurguladığı çatışma evreninde yaşamaya devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi