Murat Aksoy
İçerdeki ötekiye duyulan öfke
Yayınlanma:
Boğaziçi Üniversitesi’nde olanları nasıl açıklamalı?
Siyasi iktidar yetkililerinin olanlar karşısındaki sert tutum ve açıklamalarını, atanan rektörün kendini devletle bu kadar özdeşleştirmesini, sadece anayasal haklarını kullanan öğrencilerin gözaltına alınmasını, onları mahkemelere çıkarılmasını?
Elbette bütün olanların siyaseten ne anlama geldiğini biliyoruz. Anlayabiliyoruz da.
Şunlar çok açık;
- Siyasi iktidar üniversiteleri birer “büyük liseye” dönüştürerek, kendisine bağlamak ve denetlemek istiyor.
- Bunun için üniversite rektörlerini kendi ideolojik çizgisine yakın isimlerden seçiyor. Atanan rektörler de, bölüm başkan ve dekanlarını aynı anlayışla atıyor.
- Bütün bu süreçte amaç, üniversitelerin niteliğinin arttırılması değil, bu kurumların siyasi ve ideolojik olarak denetim altına alınması.
- Ki bu sürecin bir benzerini yakın dönemde orta öğretimde yaşadık. Bu sürecin doğal sonucu, orta öğretimin vasatlaşması ve niteliksizleşmesi oldu. Bunu ulusal ve uluslararası ölçümlerde de, sınav sonuçlarından da izlemek mümkün.
- Benzer bir vasatlık ve niteliksizleşmenin üniversitelerde de yaşandığını görüyoruz.
- Rektörlerin seçim sonucu değil YÖK tavsiyesi ile Cumhurbaşkanı tarafından atanması ile üniversitelerin büyük liselere dönüşmesinde önemli bir adım atılmıştır.
Nitekim Prof. Dr. Melih Bulu, Boğaziçi’ne değil Anadolu’da adını bilmediğimiz bir üniversiteye rektör atanmış olsaydı ne adını bilmeyecektik bile.
Ki kendisi bu makamdan önce özel bir üniversitenin, İstinye Üniversitesi’nin rektörüydü.
Nitekim son iki yıl içinde pek çok üniversiteye yapılan rektör atamaları liyakate göre, üniversite içinde seçimle belirlenmiş adaylar içinde değil üst kimliği AK Partililik olan eski bakanlar, milletvekili adayları ya da akrabaları içinden seçilmiştir.
İÇERDEKİ ÖTEKİ
Yakın geçmişte ODTÜ gibi bugün de Boğaziçi Üniversitesi “hedef” alınmaktadır.
Bunu sadece AK Partili yöneticilerin açıklamalarından değil, siyasi iktidara yakın yazarların yazılarında da görmek mümkündür.
Bu açıklama ve yazılara sinen bakış, bu kurumların “öteki” kabul edilmesidir. “Elit”lik, “oligarşik” gibi yakıştırmalar bunun göstergesidir.
Bu bakış açısı, sadece ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi ile sınırlı değildir.
Belli ki, bu ülkeyi yönetenlerin ve onlara yakın olanların zihinlerinde bazı tarihsel kişiliklere, kavramlara, kurumlara, kurum sahiplerine karşı içselleşmiş bir “ötekileştirme” söz konusu.
Mesela Atatürk, mesela İsmet İnönü, mesela Cumhuriyet’e ve CHP’ye bakış budur. Bu bazen örtülü bazen açık biçimde ifade edilmektedir.
Yine el değiştirmeden önce Hürriyet Gazetesi’ne ve sahibi Aydın Doğan’a bakış da öyle idi.
Ve tabi ÖDTÜ ve Boğaziçi Üniversitelerine de.
Bu kişi ve kurumlar, bu iktidarı yönetenlerin ve onlara yakın yazarların bilinçaltında bir tür “içerdeki öteki” oldular. Ve siyasi iktidar, devlet güç ve imkanlarını ele geçirdiği ölçüde bu kişi ve kurumları ülke hafızasından silmek, bunu başaramadığı ölçüde dönüştürmek için her şeyi yapıyor.
İNSAN NE DİYECEĞİNİ BİLEMİYOR
Boğaziçi Üniversitesi’nin hedef seçilmesi bu yaklaşımın yansımasıdır. Atanan rektör ile hedef üniversiteyi, hem ideolojik hem de siyasi olarak denetim altına almak.
Öğrenciler ve öğretim üyeleri buna direniyor.
Siyasi iktidar dini semboller ve kimlik siyaseti üzerinden öğrencileri kriminalize ederek; bir yandan tabanını konsolide etmeye bir yandan da ülkenin esas gündemlerinin tartışılmasını ötelemeye çalışıyor.
Ama güneşin balçıkla sıvanmayacağı açık.
Diğer yandan son günlerde öğrencilere yönelik şiddet, gözaltı ve yargı süreci insanın çok uzak olmayan geçmişini yeniden düşünmesine yol açıyor.
Böyle anlarda insan, geçmişteki siyasi tercihlerinden dolayı hissettiği pişmanlıkları daha ağır yaşıyor ve pişmanlık duyuyor.