Murat Aydın
Hiçbirimiz güvende değiliz
Hepimiz infial içindeyiz. Öfkeliyiz. Yaşananları içimize sindiremiyoruz. Olayın ayrıntılarını öğrendikçe dehşete kapılıyoruz. 6 yaşındaki bir kız çocuğunun, 29 yaşındaki biriyle sözde evlilik kurduğunu, çocuğun yıllar boyunca istismara uğradığını, 15 yaşından önce gebe kalması üzerine başlayan soruşturmada sözde kemik yaşı tespiti yapılarak yaşı büyütülerek dosyanın kapatıldığını öğreniyoruz.
Olayın vahameti konusunda hepimiz hemfikiriz, öfkemizde haklıyız. Ancak somut olayı tartışırken sistemi sorgulamak zorundayız. Çünkü suç işleyen kişiler her zaman olacak, her zaman suçla ve suçluyla karşı karşıya kalacağız. Önemli olan böyle bir durum olduğunda devletin, yargı makamlarının ve de toplumun buna ne tepki verdiğini tartışmak. Çünkü bu tartışmayı doğru düzgün yapamazsak, bu olayların önüne geçmek, meydana geldiğinde etkin şekilde soruşturmak, doğru ve hakkaniyetli cezalar vermek mümkün olmayacak.
Devleti, yargı organlarını, siyasi iktidarı suçlamak, onların sorumluluklarını hatırlatmak elbette gerekli ve bunu yüksek sesle yapmamız gerekiyor. Ancak önce iğneyi kendimize batıralım. Çocuk istismarı konusuyla karşılaştığında inkar ve infial arasında salınıp duran bir topumun bu sorunu doğru düzgün tartışması ve önlemesi mümkün müdür? Gündeme gelen istismar haberlerini görünce ah vah edip komşumuzun 16 yaşındaki kızının düğününe gidip takı takıyor, halay çekiyorsak çocuk istismarının önlenmesini gerçekten istediğimiz söylenebilir mi? İstismara konu olayın şüphelisi, kendi siyasi görüşümüze yakın biriyse inkar etmeyi ya da sessiz kalmayı, karşı cenahtan gördüğümüz birisi ise linç etmeyi seçiyorsak çocuk istismarını önleyebilir miyiz?
Çocuk istismarına ilişkin olayları soruşturacak ve yargılayacak yargı makamının siyasi sorumlusu olan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Meclise getirilen, çocukların istismarcısıyla evlenmesi halinde cezanın düşürülmesini isteyen teklifi savunmuş, 18 Kasım 2016’da şunu söylemişti:
“Bunlar tecavüzcü değil, bunlar istismar suçunu zorla işlemiş olan kişiler değil. Tamamen ailelerinin rızasıyla yapılmış işler.”
Bu sözleri söyleyen zat şimdi yine Adalet Bakanı ve biz kendisinin sorumlu olduğu yargı sisteminin yaşanan bu olayı etkin şekilde soruşturmasını bekliyoruz. O yargı sisteminin ne yaptığını ve ne yapmadığını açılan davanın iddianamesi hepimizin gözünün önüne seriyor.
Çocuk yaşta gebe kalınca gittiği hastane tarafından yapılan bildirim üzerine başlatılan soruşturmayı yürüten savcılık makamı, resmi kurumda doğan, bu nedenle doğum tarihi resmi belge niteliğindeki doğum belgesiyle ispatlı çocuğu kemik yaşı tespiti incelemesine gönderebiliyor. Bu incelemeye yaşı büyük bir kişi sokulup alınan raporla mağdurun yaşı büyük kabul edilip takipsizlik kararı verebiliyor.
Mağdur çocuğun her şeyi göze alarak yaptığı başvuru üzerine yapılan soruşturmada bunca şey tespit edilmiş ve kamu davası açılmış olmasına rağmen, şüpheliler hakkında tutuklama dâhil hiçbir tedbir uygulanmıyor. Siyasi iktidarı ve genel başkanının eleştiren bir tweet atıldığında o kişiyi gece yarısı evinden alıp aynı gün tutuklayan yargı, böylesi bir olay nedeniyle açılan davanın ilk duruşmasını altı ay sonraya bırakabiliyor.
TBMM’de konuşan Aile Bakanı bu olayı iki yıldır bildiklerini söyleyip, “davaya müdahil olduk” gibi laflar geveleyebiliyor.
Hemen her konuda topluma ayar vermeyi kendisine görev bilen Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm bunlar din adına, dini değerleri kullanarak yapılmasına rağmen önce suskun kalıp sonra suya sabuna dokunmayan bir açıklama yapabiliyor. Diyanet açıklamasında, “İslam’a göre, bireylerin hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olmaz” derken tarikatları kızdırmamak için bu sözde rüşt yaşının ne zaman olduğunu ağzına alamıyor.
Yaşanan tüm olaylar ve yapılan açıklamalar; hepimizin ırzını, namusunu, canını, malını, hak ve özgürlüklerini koruyacak bir devlet yönetiminin ortada olmadığını gösteriyor. Siyasi iktidarın devleti yönetemediğini, ortada bir devlet mekanizmasının kalmadığını, siyasi iktidarın ülkeyi ve kendisini tarikatlara, çıkar odaklarına teslim ettiğini bir kez daha anladık.
Bu iktidar anlayışında hiçbirimiz güvende değiliz. Bize yönelik suç işleyen bir kişi siyasi iktidarın en ziyade himayesine mazhar bir kesimin unsuru ise hakkımızın aranacağını, devletin yanımızda olacağını düşünmek giderek zorlaşıyor. Toplumun her kesiminin hak, hukuk ve adalet talebi giderek artıyor. Bütün unsurlarıyla hukuktan kopmuş bu yönetim anlayışının değiştirilmesi artık hepimiz için bir can güvenliği sorunu haline gelmiştir.