İbrahim Turhan
Her son yeni bir başlangıçtır…
Bütün dünyaya bir kâbus yaşatan, bu dönemi yaşayanların ömürlerinin sonuna kadar unutamayacaklarını sandığım bir yıldı 2020. Her fâni gibi o da sona eriyor. Bu bitiş aynı zamanda yeni bir başlangıç. 2021’e umutla bakmak için sebep var mı? İflah olmaz bir iyimser olarak şahsen olduğunu düşünenlerdenim.
Öncelikle yaşamı kısıtlayan Covid-19 salgını konusunda tünelin ucunda ışık görünmüş durumda. Vaka sayıları artıyor, salgının ikinci dalgası bir tsunami gibi ülkeleri vuruyor ama aşı ve tedavi ile ilgili olumlu haberler ağır basıyor. Öyle ki birçok ülkede kısıtlamalar sıkılaştırılmasına karşın piyasaların keyfi bozulmuyor. Bununla birlikte geride kalan enkazı küçümsememek gerekir. Covid-19 en çok toplumların kırılgan kesimlerini ve etkin olmayan devletleri vurdu. Eşitsizlikleri, yol açtığı insani trajediyle çarpıcı biçimde ortaya çıkardı. Devlet yönetiminde etkinliğin ve etkililiğin önemini bir kere daha hepimize gösterdi. Ders alabildiyseniz ne mutlu!..
2021’de küresel iktisadi faaliyetin güçlü bir toparlanma kaydedeceği kesin gibi. Üretim artacak. Üstelik ABD’deki yönetim değişikliğinin etkisiyle küresel ticaretin de bu partiye coşkuyla katılması bekleniyor. ABD ile AB arasındaki ilişkilerin yeniden canlanmasının yarattığı bahar havası uzun süredir çıkmaza girmiş Brexite bile olumlu yansıyabilir.
Türkiye için de 2021 olumlu yönde bir değişimi başlatabilir. Geçen ay ekonomi yönetiminde gerçekleşen değişimin ardından politika yapımı daha rasyonel bir nitelik sunmaya başladı. Parlak fikirlerle ve her gün yeni bir buluşla piyasaları oradan oraya savuran, Merkez Bankası rezervlerinin dibine darı eken sorumsuz anlayış, yerini ayakları yere basan, sağduyulu ve devlet geleneğinin kurallarını gözeten bir tarza bıraktı. Piyasalara sürekli parmak sallanmıyor, yabancı yatırımcıları şeytanlaştıran söylem terk edildi. Sırf bu kadarcık makullük –bir de “iyi saatte olsunlar”ın bankalardaki birikimlerle ilgili kötü bir sürpriz yapması olasılığının ortadan kalkmış olması var tabi– birkaç ay öncesinde 600 puana yaklaşan ülke risk primini, neredeyse o düzeyin yarısına düşürmeye yetti.
Sorunların çözüldüğünü sanmak safdillik olur. Enflasyon, kamu maliyesi, bankacılık sektörünün sorunlu alacakları, üretimde verimsizlik, toplumsal huzuru tehdit edecek boyutlara ulaşan işsizlik ve gelir adaletsizliği, tasarruf açığı, kurumlarda yaşanan aşınmanın bıraktığı tahribat… listeyi uzatmak mümkün. Ama en azından piyasaya egemen olan hava “en kötü”nün geride kaldığı şeklinde. Daha fazla kötüleşmeyecek olan her şeyin iyileşmesi bekleneceğinden, bu algı olumlu yansıyor.
2021’de Türkiye ekonomisinin yüzde 4’ün üzerinde büyüme kaydetmesi neredeyse istatistik bir zorunluluk. Mevcut denge -her ne kadar kırılgan olsa da- korunabilirse dış finansmanın sorun olmasını beklememek lazım. Bunda gelişmiş ülkelerin para otoritelerinin gelecek yıl bir bu kadar daha parasal genişleme sözü vermiş olmaları kadar dünyanın geri kalanıyla Türkiye arasında lehimize ciddi bir getiri farkı olması da etkili. ABD ve AB merkez bankaları 2021 yılında 3 trilyon dolar ilave likidite sağlayacak. Bu kadar para gidecek yer aradığında Türkiye’nin benzer durumdaki gelişen piyasa ekonomilerinden yaklaşık 1.000 baz puan daha yüksek getiri sağladığı, hisse senetlerinin tarihinin en ucuz düzeyinde olduğu gerçeği yatırımcının avucunu kaşındıracaktır mutlaka. Dolayısıyla yerli yatırımcıların yıllardır süren ıstırabı, 2020 ile birlikte sona erebilir.
Bundan her şey güllük gülistanlık olacak sonucunu çıkarmamak gerekiyor. Küresel iktisadi faaliyetin canlanması emtia ve yarı mamul fiyatlarında şimdiden baskı yaratmış durumda. Ekonomilerde var olan kapasite fazlası ve çıktı açığı kalıcı enflasyonu önleyebilirse de Türkiye’de durum farklı. Maliyet artışının tüketici fiyatlarına yansıtılmamasına imkan verecek kâr marjı tamponu kalmadı. Güçlü dış talep de maliyetlerin fiyatlara geçişini kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla enflasyon konusunda görünüm parlak değil.
Sorunlar büyük, görünüm bulanık olsa da Türkiye’nin potansiyelinden umut kesmemek lazım. Son yıllarda milli gelirde önemli bir kayıp yaşanmışsa da mevcut GSYİH’mız Romanya, Çekya ve Portekiz’in toplamından fazla. Almanya-İtalya ekseninden Hindistan’a kadar uzanan bölgedeki en yüksek sanayi üretim kapasitesi Türkiye’nin. Nüfusumuz hâlâ genç, iş yapma ve girişim kültürümüz güçlü. Kara gün kararıp kalmaz; baksanıza canımıza kast eden 2020 bile bitiyor.
Böylece biz de bir sona ve bir başlangıca ulaşmış olduk. Geçen yıl Ekim’de başlayan bu köşedeki yazılarımıza bir süre ara vereceğiz. Pencere benim için değerli bir deneyim oldu. Kısa sayılabilecek bir sürede olgunluk çağına ulaştığını memnuniyetle gözlemlediğimiz Pencere, basında seslerin boğulduğu, mecraların daraltıldığı, gazeteciliğin çöl kuraklığında kavrulduğu bir dönemde cesur çıkışıyla göz doldurmuştu. O günlerde bu girişimi desteklemiş olmak ve bugüne kadar serüvenine ortak olmak benim için bir onur vesilesi. Serüvenin bundan sonraki kısmında içinde yer alamayacak olsam da izlemeyi sürdüreceğim. Kim bilir, bakarsınız yollarımız yeniden birleşir. Yeter ki her sonun yeni bir başlangıç olduğuna inancımızı yitirmeyelim.
Herkese sağlık, huzur ve mutluluk dolu yeni bir yıl diliyorum. Saygılarım ve selamlarımla…