Haldun Solmaztürk
Harabe karakolu: ‘Hudut namustur’
Bir kaç yıl önce Suriye hududunda düşürülen Rus savaş uçağı hatırlardadır. On yedi saniye hava sahası ihlali yaptığı için düşürülmüştü—üstelik hududa paralel uçarken.
Hudut bir ülkenin namusudur.
Hudut karakollarımızdaki duvar yazılarında da o hatırlatılır: Hudut namustur…!
Hudut alayları; taburlar, bölükler, hudut hattında konuşlu karakollar şeklinde tertiplenmişlerdir. Her karakolun sorumluluk bölgesi hudut taşlarına göre belirlenir. Hududun her bir metresi mutlaka bir hudut karakolunun sorumluluğundadır—boşluk yoktur.
Türkiye-İran hududu 1 Numaralı hudut taşı Iğdır’da Karasu’nun Aras’a aktığı yerdedir. Hudut, Küçük Ağrı’yı Türkiye’ye bırakacak şekilde Gürbulak üzerinden Doğubayazıt/Ağrı-Çaldıran/Van il hududuna—120 Numaralı hudut taşı—uzanır.
Harabe hudut karakolu oradadır, Tendürek eteklerinde…
Karakol 2600 rakımdadır. Hudut hattındaki en yüksek tepenin rakımı 2743’tür. Suyunu yakındaki kaynaktan alır, erzakı cinsine göre haftalık, aylık, üç aylık gelir. Kışları yolu kardan kapanır, sürekli olarak dozer, greyderle açılmazsa kapalı kalır. Karakolun içi bile kışın çok soğuktur, dışarısı, özellikle de hudut hattı dondurur.
Bölge halkının temel geçim kaynağı kaçakçılıktır; yüzyıllardır böyledir. Her şey kaçırılır; hayvan, uyuşturucu, elektronik, sigara, incik-boncuk, ıvır-zıvır—para edecek her şey. Kaçak, piyasasına göre bazen İran’a bazen Türkiye’ye akar. Son yıllarda bunlara insan da eklenmiştir. Ve 1980’li yıllarda da terör.
Bütün hudut karakollarında hayat zordur, Harabe’de daha da zordur. Hele kışın…
Her gece timler hava karardıktan sonra hudut hattına çıkarlar. Bazen görev yerine ulaşması saatler alır. Gündüz timleri karakola döner, yemek yer, yatar, sabah tekrar göreve çıkarlar.
Gece ateş yakılmaz, el tetikte beklenir, konuşmadan, sessiz. Donan, hastalanan, ruhi dengesi bozulanlar olur. Silah kazaları olur. Taciz, sızma, baskın, bazen çatışmaya girilir, yaralılar vardır, şehit verilir. AMA hudut namustur; görev aksatılmaz—on iki ay, üç yüz altmış beş gün.
Her sabah ‘iz tarlasında’ geçiş kontrolu yapılır, iz varsa köpeklerle takibe çıkılır.
Hudut; kaçakçının, teröristin, sığınmacının ‘yol geçen hanı’ değildir.
Hudut hattında dikenli teller ve mayın tarlaları vardır. İlk ‘modern’ karakol binası, 1996’da Harabe’de yapılmıştır. (İnşa süreci, orduda inşaat-emlak işlerindeki yozlaşmanın en somut örneğidir.) Kör-topal yürüyen ihale süreçleriyle başkaları da inşa edilmiş, teslim edilmiştir.
Sonra 2017’de ‘güvenlik duvarı’ inşaatı başlatıldığı anlaşılıyor. Yanında devriye yolu var. ‘Elektro-optik’ kuleler de yapılacakmış. İçişleri Bakanı “Doğu sınırlarımızda kuş uçmayacak” diyor—daha o zaman. Sonra Haziran 2020’de “Sınır Duvarı bu yıl sonu tamamlanıyor” diyor.
Askerlikten az-çok anlayanlar bilir: en iyi engel bile gözetleme ve ateşle korunmazsa engel değildir—duvar da öyle.! Nitekim öyle olduğu ortaya çıkıyor.
Duvar var ama siyasi irade yok—duvar korunmuyor.!
Sığınmacıların kitleler halinde huduttan girdikleri görüntüler medyada çıkınca İçişleri Bakanlığı hemen ‘iddiaları’ yalanlıyor; “Görüntüler gerçeği yansıtmıyormuş”. Ama Van Valiliği, daha bir hafta geçmeden Bakanlığı tekzip ediyor; ‘bir günde’ yakalanan düzensiz göçmen sayısının 1456 olduğunu açıklıyor. Nitekim 2016 yılından bugüne sadece ‘yakalanan’ kaçak sayısı ‘1 milyon 250 bini’ aşıyor. Bir de yakalanmayan ya da gümrük kapılarından, kapı gibi (!) pasaportlarıyla vizeli girenler var. Hali vakti yerinde (!) olup parayı bastırarak vatandaşlık alanlar da cabası.
Cumhurbaşkanı bile “Sıkıntının boyutu gerçekten büyük” diyor. Yeni farkına varmış olmalı.
Güvenlik kaynaklarına (!) sorarsanız “Ne kadar tedbir alınırsa alınsın, Afganistan’da güvenlik ve istikrar sağlanmadan düzensiz göç önlenemez”. Ama İçişleri Bakanı’na göre, “İnsanlara yardımcı oluyoruz. [Çünkü] Bizim bir medeniyet misyonumuz var”.
Cumhurbaşkanı daha da farklı bakıyor. Dışişleri Bakanlığı Afganistan yönetimiyle “Bu konuları masaya yatırıyor, sizler de seyirci olmayın, lütfen halkınıza sahip çıkın” diyorlarmış.
Ama o da ümitsiz, “Nereye kadar netice alırız, o da ayrı bir konu [alamayız]” diyor.
Afgan hükümeti yirmi yıldır ‘halkına sahip çıkmaya’ ikna edilemediğine göre bugün ‘lütfen’ denilerek hiç edilemez. Yani ‘ne tedbir alınırsa alınsın’ Afgan düzensiz göçü önlenemeyecek.?
Bu arada, İçişleri Bakanı’nın ‘medeniyet misyonunu’ paylaşan bazı karakollar, bölgelerinde ‘atlı kaçakçıların’ cirit atmasına—salt duygusal nedenlerle—hoşgörüyle yaklaşırken, isteyen Türkiye vizesi hatta pasaportu satin alabildiğine göre, daha milyonlarca ‘göçmen’ Türkiye’ye girebilecek.
O zaman, Harabe karakolunu, 2743 rakımlı mevzideki askerleri niçin oralarda tutuyoruz?
İlk bakışta hududu ‘On yedi saniye’ geçti diye savaş uçağını düşürüp Rusya’yla savaşı göze almakla bugünkü dehşetengiz sığınmacı ‘söylemi’ arasında bir çelişki var gibi gözüküyor.
Aslında hiçbir çelişki yok.!
Her iki tutum da akıl ve izan dışı…
Ulusal çıkarlara değil, gündelik değerlendirmeye, kör ideolojiye, dürtüsel kararlara dayanıyorlar.
İşte bu sığlıkta boğuluyoruz.
Aynı ormanlar, şehirler yanarken, envanterde tek bir yangın söndürme uçağının olmaması gibi…