Murat Aydın
Hacivat olmamak
‘Hacivat olmayı reddetmek’ kavramı Ateş İlyas Başsoy’a ait. Yazar ve iletişimci Başsoy, siyasal iletişimde kendisini Karagöz olarak tanımlayan figürün karşısında Hacivat olmanın sonuçlarını kitaplarında anlatır. Ağzına geleni söyleyen, aklına geleni yapan, kendisini hiçbir şeyle sınırlı saymayan Karagöz’ün karşısında ‘Aman Karagöz’üm yapma’ demekten başka bir önermesi olmayan Hacivat’ın seyri keyifli ise de atışmalar Hacivat’a değil Karagöz’e alkış getirir.
AK Parti kuruluşunda herkesi kucaklayıcı görünmeye çalışsa da özellikle 2009 yılından itibaren toplumu kutuplaştıran bir siyaset dili benimsedi. CHP’nin başını çektiği muhalefet de bu dili kabullendi ve iktidara laf yetiştirmeyi, iktidarın belirlediği alanda siyaset yapmayı seçti.
Kutuplaştırıcı siyaset ya da Başsoy’un deyimiyle Hacivat Karagöz oyunu, her iki tarafa da kazandırdı. İktidar, iktidarının devamlılığını sağlarken muhalefet için de siyaset yapma kolaylaştı. Toplumun önüne yeni fikirler, çözüm önerileri getirmek, sorunlara çare önermek yerine iktidara laf yetiştiren, polemiğe giren, taşı gediğine koyan muhalefet tarzı hem kolay hem de kazançlı oldu. Ancak bu kazanç hiçbir zaman iktidar olmaya yetecek düzeyde olamayacağı için iktidar için de tehdit edici olmadı. Yani her iki taraf da mutluydu.
CHP, 2018 Kurultayı’ndan sonra bu dili değiştirmeye başladı, yerel seçimler öncesinde söylem değişikliğine dair kesin bir tavır ve karar aldı. Tüm yerel seçim sürecinde kutuplaştırmayı değil birleştirmeyi esas alan, rakibiyle kavga etmek, küçümsemek yerine kendini anlatan bir pozisyon seçti. Siyasi iktidarın gündemiyle değil halkın gündemiyle ilgilenen, halkın sorunlarına çözüm önerilerini sunan bir dil kullandı. Yani Hacivat olmayı reddedip ‘Derman Belediyeciliği’ başlığı altında topladığı önerilerini ‘Mart’ın sonu bahar’ sloganıyla geleceğe dönük umut ve bakışla pekiştirdi.
Ana muhalefet partisinin siyasi söylemindeki bu değişim siyasetin tüm aktörlerini etkiledi, ancak bu durumdan en çok siyasi iktidar etkilendi. Bugüne kadarki ezberi bozulan iktidar, siyasi söylem boşluğuna düştü. Muhalefet ile kavga edemeyen iktidar, sorunlara çözüm olabilecek projeleri de olmadığından söz söyleyemez hale geldi. Gündemi belirleyen değil takip eden, yaptıklarına cevap verilen değil muhalefetin yaptıklarına diyecek söz bulmaya çalışan, projelerle değil Ayasofya, cami, bayrak, ezan gibi sembollerle siyaset yapmaya çalışan bir pozisyona geldi. Ekonomik kriz, küresel salgın ve toplumun adalet talebi başta olmak üzere temel sorunlara çözüm bulamadığı gibi, önermeye çalıştığı çözümler sorunun nedeni olan icraatlarıyla benzer olduğundan toplumda karşılık bulmadı.
Siyasi iktidar bugünlerde bir kez daha bildiği yöntemi kullanmaya çalışıyor. Muhalefeti kışkırtmaya, onu kendi üstüne, kendi ringine çekip kutuplaşmaya dayalı bir söylem geliştirmeyi hedefliyor. Bunun en bariz örneği AK Parti genel başkanı Erdoğan tarafından TBMM grup toplantısında gösterilen filmle yaşandı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelik linç görüntülerini de içeren film, muhalefeti yeniden Hacivat olmaya davet eden bir çağrıydı. Ancak Kılıçdaroğlu bu çağrıyı kabul etmedi ve “Oynatalım Uğurcuğum siyasetinde sana başarılar diliyorum” deyip geçti. Benzer polemik çabası yurt dışına asker gönderme tezkeresi konusunda da yaşandı. İçi belirsizliklerle dolu, iki yıl gibi uzun bir süreyi kapsayan tezkere, CHP tarafından kabul edilmeyeceği bilinerek Meclis’e sunuldu. Amaç CHP’yi yanlışlığı apaçık ortada olan tezkereye evet demekle, ‘Gördünüz mü terörle mücadeleye destek vermiyor’ suçlaması arasındaki ikileme sokmaktı. CHP bunu da kabullenmedi. Tezkereye açık ve net şekilde “Hayır” deyip neden hayır dediğini halka anlattı.
Görülüyor ki muhalefet artık siyasi iktidarın peşinden gitmiyor. Onunla zıtlaşmaya, ona laf yetiştirmeye çalışmıyor. Siyaseti iktidarın çizdiği alanda değil toplumsal dinamiklerin belirlediği alanda yapmaya çalışıyor. Elbette bunca yılın alışkanlığı kısa zamanda tümüyle değişmeyecek, kutuplaştırıcı dilin çekiciliği muhalefeti de zaman zaman cezbedecektir. Ve elbette iktidara bazen laf etmenin, söz söylemenin gerekli olduğu anlar da olacaktır. Önemli olan doğru dengeyi bulmaktır ve bu denge zamanla bulunacaktır.
Doğru denge bulundukça, iktidarın değişeceğine dair toplumda giderek karşılık bulan beklentinin gereği olarak bugüne değil geleceğe, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına dair siyaset de gelişecektir. Halkı kucaklayan, herkesi bu ülkenin eşit ve onurlu yurttaşı sayıp seven bir anlayışla, kendi özelliklerini ve farklılıklarını kaybetmeden, demokrasi talebinde ortaklaştığı bütün paydaşlarla birlikte hareket etmenin daha etkili yolları da bulunacaktır.
Sanırım herkes farkındadır. Toplum, fikren iktidar olamayan Erdoğan’ı da onun yarattığı siyasal düzeni de toplumsal zeminde aşmış durumda. Gelecek dönemde yaşayacaklarımız, toplumsal düzlemde gerçekleşen bu durumun siyasal düzlemde nasıl gerçekleşeceğini bize göstermekten ibaret olacaktır.