Aidiyet, insanı ayakta tutan en önemli duygudur belki de. Kendini bir şehre, bir ülkeye, bir fikre, bir aşka ait hissetmek. Kendini orada, onunla güvende ve mutlu, bağlı ama özgür hissetmek, özgürleştikçe bağlanmak, bağlandıkça mutlu olmak. Son zamanlarda birçoğumuz için bunları başarmak zor olsa da bizi ayakta tutan duygudur aidiyet. Sanırım en güçlü aidiyet duygularından birisi de bir ülkeye, bir toprağa ait olmak. Kendini “yurdunda” hissetmek.
Son yıllarda bazılarımız kendisini yurdunda mutlu hissetmiyor. Bu ülkeyle olan bağlarını, aidiyetini sorguluyor. Gençlerimiz geleceklerini bu ülkede görmüyor, başka yerlere gitmek istiyor ve hatta gidiyor. Kalanlarımızda gidip gitmemenin ikircikli hali, geleceğe dair güvensizlik, kaygı…
Oysa her koşulda insanın ait olduğu topraklarda olması çok değerli. Zira başka yerlerin uzaktan görülen cazibesi, içine girildiğinde o kadar da çekici gelmeyecektir. Gitse de insanın aklı, kalbi hep ayrıldığı, ait olduğu yerdedir. Ne yapsa bitmeyen, içinde hep bir sızı olarak kalan bir aşkı hatırlar gibi hatırlar köklerini.
Gitmek mi zor kalmak mı dendiğinde ben hep gitmenin daha zor olduğunu söylerim. Ama gidenleri de suçlayamam çünkü Murathan Mungan’ın dediği gibi “kimdi giden kimdi kalan” belli olmaz çoğu zaman. Fakat yurduna ait olmadığını, “öteki” olduğunu hissederek gitmek, kalmaktan daha zordur. Çünkü gittiğin yere de ait değilsindir. Üstelik bu kez oraya ait olmadığın ve hiçbir zaman ait olamayacağın o kadar açıktır ki her şeyden önce bununla yaşamayı öğrenmen gerekir. Ve dahası gittiğin yerde hep “öteki” olursun.
Yazar Ayşe Kulin de bunlara işaret etmiş. Armağan Çağlayan’ın programına konuk olduğunda “öteki olmak kolay değil ama öteki olacaksam kendi yurdumun ötekisi olayım” demiş. Hatta kendisi için zor olan bir şeye vurgu yaparak “beni kara çarşafa da soksalar burada kalmak istiyorum” demiş.
Yaşanan acılar, kötülükler, baskılar, mutsuzluklar bilmediğimiz şeyler değil. Bunlara katlanmak da zor elbette. Ama bu ülke bizim, hepimizin. Köklerimiz burada. Neyin ne olduğunu bildiğimiz, aşkla, tutkuyla bağlı olduğumuz, sevgili yurdumuz. Bize ne yaparlarsa yapsınlar, kim ne derse desin bizim ülkemiz. Ve bizim kalması, hepimizin mutlu olması için, özgürce yaşamak için, özgürleştikçe birbirimize daha çok bağlanmak için çalışmak görevi de bizim.
Gitmek mi kalmak mı diye düşünenlere akıl verecek halde değilim elbette. Ama sonunda başarılı olamasak bile, burada kalıp ait olduğumuz toprakları daha güzel ve mutlu bir ülke yapmak için çaba sarf etmek, gidip başka yerlerin ötekisi olmaktan iyidir bence. Burada kalıp “nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere” inanmak ve o günler için çaba sarf etmek bizi “öteki” olmaktan çıkarıp, bu mücadeleyi verenlere ve kendi yurdumuza ait hissettirmez mi?