Nur Erdem Özeren
Evde Kalma, Sınıfta Kal
Covid sonrası dünya eskisi gibi olmayacak, bugün de dün gibi değil. Covid bitene kadar hiçbir işimizi eskisi gibi yapamayız. En önemli sebebi; dünyada kimse buna hazır değildi. Biz hiç değiliz. En çok zorlandığımız alansa, eğitim.
İlk, orta ve lise seviyesinde EBA ile uzaktan eğitim için ısrarımız, çocuklarımızın ve gençlerimizin “müfredatta” geride kalmasına neden oluyor. Oysa çocuklarımız ve aileleri aynı zamanda “müfredat dışı” o kadar çok konuda geride kaldılar ve kalıyorlar ki, bu yılı tam da müfredat dışı konular için bir fırsat yılı olarak değerlendirmeliyiz.
Sayın Bakanımız Ziya Selçuk’a bir teklifim var: Hocam, bu yıl hiçbir öğrencimiz sınıf geçmese ne kaybederiz? Tüm sınıf seviyelerinde müfredatı 2 yıla yaysak, tüm öğrenciler de seyreltilmiş sınıf mevcutları ile yüz yüze eğitim alsa. Zaten bu gidişle geçen yılki müfredata yetişmemizin imkansız olduğunu hepimiz biliyoruz.
Çok basit bir hesap yapalım. 18 + 18 = 36 hafta ders var. Sınavlar ve son haftaları düşelim; yaklaşık 30 hafta, 1.000 saat. 2 yıla yayalım, yaz tatilini kullanalım, Cumartesi dahil 6 gün eğitim yapalım. 100 haftamız var. Haftada 10 saat yüz yüze ders ile aynı müfredat tamamlanabilir. Tüm sınıfları 3’e bölerek ve 2 günde 10 saati tamamlarız.
Üstüne üstlük, şehir merkezlerinde özel okulların % 50’si boş olan kapasiteleri belli günlerde devlet eğitimine kullanılabilir. Şehre uzak bölgelerde ise köy okulları tekrar kullanılarak, mevcut sınıfları 4’e bile bölebiliriz. Bu sayede, yeterinde “seyrek” yüz yüze eğitim yapabiliriz. Bu dörde bölünme, günün saatleri mi olur, farklı günler mi olur, siz en doğrusunu planlarsınız eminim.
Peki sınavlar ne olacak? İsteyen 8 ve 12’ler bu yıl sınava girsin, isteyenler gelecek yıl, hangi sınav sonucu daha iyiyse onu kullanarak 2022 Eylül’de geçsinler bir üst sınıfa. Bu sayede üniversite sınavındaki yığılma da bu yıl azaltılacaktır. Ve yine bu sayede, önemli bir ekonomi olduğu için yok sayılamayacak kurslar ve yayın sektörü de sıkıntıya uğramaz. Ve hatta özel okullar da eğitimlerine devam edecek, velilerle aralarındaki ücret sorunu da çözülecektir.
Ya öğretmen sayısı yetmezse? Sadece 2 yıllığına bile olsa atama bekleyen öğretmenlerimizi atasak, maliyeti bugünkü yükten ağır olmayacaktır. Üstüne üstlük, köylerimizde açılan eğitime vatandaşımız sahip çıkıp, bu öğretmenlerimize konaklama konusunda da birçok konuda da destek olacaktır eminim.
Peki ya kalan, “evdeki zaman”?! Sizin çok önemsediğinizi bildiğim konular var hem ailelerin hem öğrencilerin öğrenmesi gereken. Çocuklarımızın her şeyden önce görgü kurallarını, aile içi ilişkileri daha iyi öğrenmeye ihtiyaçları var, “ailelerle birlikte” yapılacak aktivitelerle.
Belki de kısaca “Hayat Bilgisi” diyebileceğimiz köy enstitülerindeki dersleri tüm sınıf seviyelerinde öğrencilere öğretsek… Aile ile birlikte evde yapılabilecek aktivitelerle ev ekonomisini, sökük dikmeyi, yemek yapmayı, tamir etmeyi öğretsek… Toprağı, bitki yetiştirmeyi, balık tutmayı, mevsiminde gıda yemeyi, israf etmemeyi, çevreyi ve doğayı korumayı daha çok deneyim ettirsek… Spora, müziğe, güzel sanatlara, el becerilerini geliştirecek çalışmalara daha uzun süre ayırmalarını sağlasak…
İş dünyasına daha hazır birer birey olmalarını sağlayacak becerileri; takım çalışmasını, iletişimi, sunum tekniklerini, eleştirel düşünmeyi, adaptasyonu, kendini tanımayı, hedef belirlemeyi, bilgi okuryazarlığını ailece deneyimleyerek öğrenmelerini sağlasak…
Bu teklife ailelerin hayır demeyeceğini biliyorum, o nedenle bu konularda evde yapılabilecek aktivitelerden oluşan bir program üzerinde çalışıyoruz. Ama gönlümden geçen herkesin bu vizyonla bu 2 yılı geçirmesi…
Acelemiz mi var? Zaten bazı sektörlerde hayat durdu ya da yavaşladı. Dünya önemli bir dönüm noktasında. Acele etmektense, adapte olsak, eksikleri gidersek, daha iyi olmaz mı?