İskender Özturanlı
Enflasyonun ardındaki gerçekler
Enflasyon rakamları açıklandı. TÜİK her türlü başkan değişimine, rakamsal baskılamaya, karmaşık hale getirilmiş endekslere rağmen oldukça yüksek rakamlarla selamladı bizleri.
Yıllık yüzde %17’lik tüketici enflasyonuna temel enflasyonda %18, üretici enflasyonunda ise %35’in üzerinde oranlar gerçekten iç karartıcı. Üstelik Naci Ağbal’ın görevden alınmasının ardından yaşadığımız kur şoku, henüz bu oranlarda yok. Damat Berat’ın giderken söylediği gibi “sonumuz hayrolsun”; gerçekten bir bildiği varmış demek ki.
Enflasyon rakamları, birçok şeyin bileşkesi, sonucu. Bunların arasında neoliberal politikaların yanlış tercihlerinden, kötü yönetilen bir ülkenin keyfi yönetim modelleri, baskıcı bir otokrat yapının sadece kendi dar oligarşik çıkarlarına hitap eden ve dünyayla didişen yalnızlığı, kayıp 128 milyar gibi bir dolu defolu ve hesap verilemeyecek hikayenin, ülkenin yaşamında olağan hale gelmesi, siyasal kadroların otokrat lidere tık bile diyememesi, ülkenin yaşamındaki toplumsal farklılıkların yönetime asla yansımaması, dünyadan ve ülke insanın gerçeğinden kopmuş bir hikaye, kirlenme, güç zehirlenmesi vs vs.
Ancak iş burada bitmiyor. Hesap vermeyen bir baskı rejimi ile karşı karşıyayız ama enflasyon yalnızca bu iktidarın hesap vermemesinden artmıyor. Bu elbette kurdaki dalgalanmaların, sıcak para bağımlısı bir ekonomik düzenin içeride ve dışarıda yürütülen bu sert politikaların bir sonucu değil. Enflasyondaki, kurlardaki anormal artış ezberlerdeki gibi “tek adam” rejiminden ötürü artmıyor sadece, ülkede hiçbir alanda hesap soracak, karşılıklı denetleyecek hiçbir alanın kalmamasından kaynaklanıyor.
Sırayla yazalım;
Sadece 2018 sonrasında da değil, öncesinden gelerek, asla hesap vermeyen bir siyasal model ve uygulama var bu ülkede. Farklı kesimlerin ekonomik ve sosyal çıkarları, hatta kültürel değerleri, iktidarın umurunda bile değil. Bir totaliter inşa ile toplumdaki bütün farklı damarlar; iknadan oyun ve suç ortaklığına, baskıdan hukuksal güvencelerin ilgasına, sivil toplumdan yerel kurumlara, siyasal kurumlardan ekonomik aktörlere dek tek tipleştiriliyor. Bu ülkede kutuplaşma değil tek bir kutba doğru yuvarlanma var. Ekonomik yaşamın akan mübadelesi, yani cari hayat, bu tek tipleşmiş dünyadaki ikili hukuktan ve ikili devletten etkilenerek nefesini tüketiyor. Eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan hakkında on gündür yazılıp çizilenler ve bütün bunlara karşın hem yaptırımsız bir devletin hem de sessiz ve onamış bir toplumun inşası, ekonomik hayatta neden hiçbir şeyin iyiye gidemeyeceğine dair derin güvensizliğin ispatı zaten. Mesele bu bakanın şahsında değil bu meseleye dair toplumsal çıkarların korunmasına ve başkalarının haklarına karşı bir eylem olduğunun bilincine varılamaması.
Erdoğan’ın, iktidarın, AKP’nin bagajında bir “damlama teorisi” beklentisiyle, zengin kesimlerin yönettiği, hukuk ve kanunların sadece bu oligarşik yapıya hizmet etmek anlamına geldiği, devleti yönetmenin de öncelikle bu kesimleri idare etmek olduğu bir dünya ve toplum tasavvuru olması gerekliği. Bir ideolojik hat ve bir ideolojik bagajın taktik varyantlarla asla değişmeyeceğinin, farkına varılması.
Tam da bu anlayışın üzerinde bu kesimlerin “himmetine bağlı” bir ekonomik düzenin öngörülmesi. Faizin düşük olması, ideolojik bir bagaj olduğu kadar ortalama bir vatandaşın borç-himmet ikileminde tüketim imkanının kesintiye uğramadan yaşamını sürdürüyor olması. Siyasal alanda yerli ve milli bir ideolojik ve askeri tahkimatının da en büyük teminatı bu akışın kesintiye uğramaması.
Bu durumda, iktidarın tercihi de çaresizliği de enflasyonist politikaları sürdürmek. “Fiyat istikrarı bizim için anlamlı değil” derken de Cumhurbaşkanı bunu söylemek istedi.
Enflasyonist tercih, iktidar için önemli değildir, önemli olan bunun siyasal ve sınıfsal tercih olduğunu bilmektir. Yüksek enflasyonlu ortam, sabit gelirli ve dar gelirli emekçi sınıfların aleyhine doğru çalışan muazzam bir eşitsizlik mekanizmasıdır. Ekonomik akışın dinamiğinde üretim ilişkilerinin sömürücü doğası ile ticaret sermayesi, hizmet kesimi bunu geçici olarak telafi edebilir ve zarardan dönebilirlerken, en dipteki kesimler daha dibe çöker ve yerleşir. Herkesin güvencesizliği birbirine benzerken, herkesin yoksullaşma eğrisi aynı oranda işlemez.
Enflasyonun bedeli, kazanan sınıfların en azından umurunda değildir. Enflasyon, toplumun en zor geçinen kesimlerinin ödediği çok büyük bir diyettir. Ticaret sermayesi ve finans sermayesi, bu enflasyonist ortamdan muazzam güçlenerek çıkacaklardır. Bu ikisinin tam da kesiştiği yer müteahhitliktir, inşaat sektörüdür. İktidar, ilkinin gelişimini istiyor ancak ikincisinin gelişimini kendi varlığına karşı bir tehdit gibi algılamaktadır. Bunda gerçeklik payı olsa da böyle bir düzen dünyada mümkün değildir. Finansallaşma kaçınılmazdır. Bu finansallaşma, küresel tehdit ile iktidarı daha da kıskaca alacaktır, gelen günlerle. Neoliberal kapitalizmin en acımasız bir şekilde hüküm sürdüğü ortamlarda, finansal kıskaç faizle serveti bir kez daha düzenleyecektir. İktidarın faize ve finansallaşmaya teslim olması, yağmurun altında dolaşmak isteyen ama şemsiye almayı ısrarla reddeden birisi gibi. Hem şemsiye almıyor, hem de ıslanmak istemiyor.
Bu bir sanı mıdır yoksa siyasal bir taktik midir? İşte buna emin değilim.