Şengül Hablemitoğlu
En Derininden Ortak Bir Yasımız Var: ‘’Yurttaşlık Yası’’
‘’Hüzünler - iyiliksever melekler gibi - hayatımdaki perdeleri kaldırıyor…’’
José Martí ( 2002)*
Yas bir aydınlanma işidir diyor Freud, 1917’de yazdığı Yas ve Melankoli makalesinde (1). Neden böyle? Yas bizi kaybımızla birlikte derin bir karanlığa sürüklerken aydınlanmamızı sağlayan bir işe nasıl dönüşüyor? Bu gerçek olabilir mi? diye düşünebilirsiniz. Türkiye’nin çok uzunca bir yas geçmişi var; hem tekil görünen hem de topluca içine düştüğümüz. Soma, Aladağ, Çorlu, her gün öldürülen kadınlar, sokak ortasında, kapı önlerinde, Cuma namazı çıkışında infazlar, toplu katliamlar -uzun uzadıya yazsam bana ayrılan yere sığmam. En yakından bu bahsi pandemiden başlatarak tartışayım, gerisini siz geçmişe doğru yayın bir zahmet. Bütün dünyayı 2020’nin başında etkisi altına alan pandemide, ölüm ve yasa karşı ne denli kırılgan ve savunmasız olduğumuzu, özellikle de bazı toplumsal kesimlerin daha farklı etkilendiğini gördük. Yaşlılar, çocuklar. Yoksul insanlar güvencesiz koşullarda evlerine çekilemeden çalıştılar ya da işsiz kaldılar. Çok konuşulmadı, konuşulsun istenmedi müzisyen intiharları! İnsanlar gelirlerini, ekonomik güçlerini kaybettiler. Çözüm getirmesi beklenen kamu otoritesi ise, zamanında birikim yapsalardı diyerek umursamadı. Gördük ki, acımasız bir ayrımcılık ve eşitsizlik yaşandı. Ve anladık ki, küresel bir halk sağlığı sorununa ilişkin tedbirler ne kadar demokratikseniz o kadar kapsayıcı oldu. Ya da eşitsizlikleri derinleştirdi.
YAS TUTMANIN BİR POLİTİKASI VAR
Burada bir şeyi daha fark ettik; yas tutmanın bir politikası var. Bu politika acıya ve ölüme karşı az ya da çok savunmasız olan bedenlerin ve toplulukların dağılımını, geride kalanların yaslarının görünürlüğünü belirliyor. Sınırlarını çiziyor. Rakam oluyorlar gidenler, hiç yaşamamışlar gibi, o da gerçekse eğer. Sorumluluklar, nedenler konuşulmuyor. Ölümler yüceltiliyor, şehit deniyor. Kader planı, yazgı deniyor. İklim krizi imtihan oluveriyor. Böylece geride kalan yığınlar olarak sessizleşmeniz sağlanıyor. Oysa yasın gerçek, anlamlı mücadelesi; eşitsizlikleri belirgin hale getirmek ve onlara meydan okumak için adaletli bir anlam dünyası inşa edebilmekken, kapsayıcı iyileştirme mekanizmaları kurmakken; toplulukları anlamsız ölümlerin anlamsızca kabul edildiği bir boğucu hüzne/yasa terk ediyor bizdeki yas politikası. Çünkü, anlam peşine düşen yas, kırık dökük demokrasilerde tehlikeli. Fedakarlık, hayatta kalanın omuzlarında daha iyi duruyor.
Benzer bir süreci depremle birlikte yine yaşıyoruz. Kayıplarımızın sayısını bilmiyoruz. Etkilenen nüfusun temel ihtiyaçlarının karşılanmasında ne kadar süreceği belirsiz büyük bir sorun var. Orada da karşılaştıklarımız pandemide olanlardan farksız. Hızlı bir felaket kapitalizmi devreye girdi, geçici barınma alanları insanların tarım arazilerine yapılıverdi. Ya da yeni yerleşim alanları için orman arazilerinin kamulaştırması alelacele gerçekleşti.
Görüyoruz ki bugüne kadar bilinen siyaset kalıplarının ve sosyal, kurumsal aktörlerin yeterince yanıt vermediği, ancak başka güven figürlerinin -Ahbap gibi- fedakarca ortaya çıktığı bir dayanışma daha etkili oldu. Umut yarattı. Ancak hem derin bir yasla hem de çaresizliğimizle yüzleştirdi bizi. Gelelim bunlardan bahsetmeyi istememe neden olan olaya; geçtiğimiz hafta genç bir beyaz yakalı kurum çalışanı intihar etti. Binadan atlayarak. Geride bıraktığı bir e-mail var. Eminim okumuşsunuzdur. Hassas ve kalbi kırık bir yurttaşın aklından, dilinden dökülenler. Çoğu zaman bizim de düşündüklerimiz. Ailesini, geride bıraktıklarını tanısam evlatları ile gurur duymalarını söylerdim. Yaşamına son verecek kadar derin bir hüzün ve yasla taşıdığı kalp kırıklığına, dayanamamış. Bir seçim yapmış, zorunda hissetmiş. Bunu anlamak ve çokça anlamlandırmak zorundayız. Evet, geride kalanlar için bir intiharın yol açtığı yası, bıraktığı yükü ayrıca konuşmak gerek. Burada amacım bir ölümü güzellemek değil elbette. Olup biteni biraz anlamlandıralım istiyorum sadece. Anlamlandıralım ki, önüne geçebilelim. Yasa, yas tutana eşlik edip elinden tutabilelim. Yasımızı yaşamayı talep edebilelim…
İntihar eden çalışanın hissettikleri bir “yurttaşlık yası’’. Keşke bu olguları bilebilen yöneticiler, insan kaynakları, hadi havalı olsun HR’ları olabilse kurumların. Kâr odaklı zorlamalar yerine bu duyarlı ve hassas insanların, iş yerleri için birlik ve dayanışma gücünü harekete geçirebilecek değerler olduklarını anlayabilseler. Onarmaya, daha çok insanileşmesine, hak temelli olmaya ihtiyacı olan şu kırık dökük demokrasimizin aklını başına getirebilecek böyle duyarlı insanlar sindirilmese. Dayanışmaya, daha insani olmaya dair çektiği acıya karşılık göremeyen, bunu anlayamayan herhangi bir ortamda bulunmaya dayanamamak; yaşadığımız bu büyük yıkımdan sonra o kadar normal ki… Çünkü böyle toplu ve anlamsız kayıplar insanın yaşamını, geleceğini bu dünyadaki yerini sorguladığı kayıplar. Sevgili Efe, keşke anlaşılsaydı.
Bu tür kabuller ve anlayışlar hep yazık ki, geriden geliyor. “Minerva’nın baykuşu karanlık çöktükten sonra, ancak gün batarken uçmaya başlar” diyor Hegel(2). Şöyle devam ediyor; “Herkes kendi zamanının çocuğudur ve her kavram, insanlığın ortak yaşamla, ortak tarihle deneyimlediği bilgi üstüne kurulur. Minerva’nın baykuşu bilginin taşıyıcısıdır.’’
Bizim için de geçerli bu, bunca acıya dayanamayışımızın, öfkemizin nedeni, yıllardır biriken yurttaşlık hüznümüz. Hepimizi kuşatan yaklaşan dezavantajlılık riski, yaşamımızı anlamsızca kaybedebileceğimiz endişesi ve yıllarca bir bir ya da toplu ölümlerde kaybettiğimiz sevdiklerimiz, canlarımızın yası ile eksilen hayatımız. Bazılarımız için Minerva’nın baykuşu çoktan havalandı. Ne yaşadığımızın farkındayız. Ve farkındalığımızla çektiğimiz acı karşılık bulmadığında; buna dayanamayanlarımız olacaktır. Ancak, topyekûn bir aydınlanma da kolay değil. Nesillerdir yurttaşlık yasını aktarıyoruz bedellerini ödeyerek. Üstelik toplumun tüm kesimleri ile. Biz ötekileştirmediğimizde bizi birleştiren, ayırt etmeyen bir yas yurttaşlık yası. En ortak olduğumuz yer. Bazen Samandağı’ndaki kadınların dillerinden, bazen Antakya’nın ezan sesinden çan sesinden, hepimizin anladığı yerden. Acıyı paylaştığımız yerden yasımızı bölmeyelim. Bölüp de bizi bir arada tutma gücünü yok etmeyelim. Yasında kimseyi ötekileştirmeye hakkımız yok. Kendi yurttaşlık yasının bedelini ödedi Efe, ruhu şad olsun. Sadece anmak ve onurlandırmak bize kalan. Huzurla uyusun dilerim…
- Martí, J. (2002) Seçilmiş Yazılar . New York: Penguen.
- Freud, S. (1917) Yas ve Melankoli.
- Hooker, J. (2016) Siyahların yaşamı önemlidir ve ABD siyah siyasetinin paradoksları: Demokratik fedakarlıktan demokratik onarıma. Siyaset Teorisi 44(4): 448–469.