Kubilay Kaptan
Dünyanın mesken edinilmesi
Biz bir milyar yılı aşkın bir evrimsel dönüşümün ürünüyüz ve her birimiz, mitler aracılığıyla aktarılan bir keşif öyküsüyüz. Dört harfin kodlanmasından ibaret olan DNA’mız hayatın köküne kadar uzanan tarihi bir belgedir. Bu öykünün başında Afrika’daki mütevazi anavatanlarından yola çıkan atalarımız 2.500 nesil ve 40 bin yıl süren bir göçten sonra dünyanın tamamını mesken edindi. 40 bin yıl süren göç ve binlerce yıl süren yerleşik hayatı boyunca sayısız eser bıraktı. Bazıları inandıkları tanrılar için, bazıları savunma için, bazıları ise kendi zevkleri için.
Bugün Türkiye’de yaşayan farklı bir düşünce yapısına sahip bir insan topluluğu bu eserleri kendi menfaati için yok etmekle uğraşıyor.
İnsanlık tarihi boyunca iç savaşlar, ülkeler arası savaşlar, katı inanışlar yüzünden tarihi eserler yıkılmış ve ortadan kaldırılmıştır. Fazla geriye gitmeye hiç gerek yok: Nureddin Zengi tarafından 12. yüzyılda yaptırıldığı bilinen Musul Ulu Camii yerle bir oldu; Yemen’deki iç savaş sırasında Taiz şehrindeki tarihi Kahire Kalesi de zarar gördü. 1000 yıldır Taiz semalarını süsleyen 120 metre yükseklikte inşa edilen kale, 2015 yılının Mayıs ayında bombalandı; Emeviler döneminde yaptırılan Halep Ulu Camii, 1986’da UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştı. Fakat 1300 yıllık eser şimdilerde metruk bir harabe durumunda; Humus şehrindeki tarihi Halid B. Velid Camii, 2013 yılında Esad güçleri ile muhalifler arasında yaşanan çatışmada roketlerin hedefi oldu; Osmanlı mirasını en güzel yansıtan tarihi şehirlerde biri olan Halep, neredeyse tamamen haritadan silindi; 2000 yıllık bir geçmişi olan Palmira Antik Kenti, 2015 yılında IŞİD’in kontrolüne geçti. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Palmira (Tedmur) şehrindeki pek çok eser bu dönemde tahrip edildi. Tarihi Baalşamin tapınağını havaya uçuruldu, Bel tapınağı bombalandı, geriye kalanlarda balyozlarla kırıldı.
Sadece Ortadoğu özelinde yazılmış bu örnekler Dünya’nın diğer bölgelerini de içine alarak uzuyor da uzuyor.
Savaşlar nedeniyle tarihi eserlerin kaybı, insanlık tarihinin acı bir gerçeği olarak sayfalarda yerini alırken, Türkiye’de sadece rant amacıyla bir grup tarafından tarihi eserlerin yerle bir edildiğini görüyoruz.
Yıllar önce Ankara’da Bizans döneminden kalan tek ve son yapı olan Saint Clement Aziz Kilisesi’nin yok olmak üzere olduğunu, Van’ın Muradiye ilçesini geçerek Van Gölü’nün en önemli temiz su kaynağı olan Bendimahi Çayı üzerinde kurulan hidro elektirk santrali (HES), Van Gölü balığının (inci kefali) nefesini kestiğini, Kasımpaşa’da Osmanlı’nın ilk modern kışlası tamamen yıkıldığını, Kocaeli’nde antik su kemerleri bulunan Paşasuyu’na, bir firmanın üretim atığı döktüğünü, İstanbul Üsküdar’daki Mimar Sinan’a ait 450 yıllık Atik Valide külliyesinin dibine beton atıp öğrenci yurdu inşa ettiğini, Azeri petrol şirketi Socar Power’ın 2 termik santral ve 17 Rüzgâr türbini yapmak istediği İzmir’deki tarihi Kyme Antik Kenti yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu, Antalya’nın Akseki İlçesi’nde Dedegöl Enerji firmasının HES projesi alanındaki yol çalışmalarında, tahrip edilmiş tarihi mezarlar tespit edildiğini, bilim insanlarının uydudan izlediği kartalı Afyon’da vurduklarını, Burdur’da flamingolar başta olmak üzere birçok kuş türüne ev sahipliği yapan Yarışlı Gölü’nün hemen etrafındaki dağlar, mermer ocakları tarafından işgal edilmiş durumda olduğunu, Hasankeyf’i yazmıştım. Son yıllarda yok edilenleri yazmaya yerim yok.
Bu kıyım listesine son olarak şu eklendi: Samsun’da 1192 yılında Danişmentliler tarafından yapılan ve günümüze sadece kalıntıları ulaşan kalenin üzeri betonla kapatıldı.
Bu kıyımlara neden olan zihniyetin sonunun geleceğini düşünmüyorum.