Nesrin Nas
Devletlerin koronayla sınavı
Bu salgının küresel ekonomi ve bireylerin davranış ve beklentilerini değiştirme olasılığı, küresel politikayı değiştirme olasılığından çok daha yüksek.
Bugüne kadar tanıklık ettiğimiz kadarıyla korona salgınının yarattığı kriz,
devletlerin gerçek yüzünü bariz bir biçimde ortaya çıkardı diyebiliriz. Otoriter
devletler daha da otoriterleşti, popülist
liderler bunu bir fırsat olarak görüp,
gerçeği daha çok eğip bükerek popülizmin sınırlarının olmadığını hepimize
kanıtladılar. Demokratik yönetimlere
sahip ülkeler de merkezi iktidar, yerel
yönetimler, sivil toplum işbirliğini daha
da güçlendirdiler. Yani bugünlerde çokça tartıştığımız gibi bu salgının küresel
politikayı derinden değiştireceğinin
herhangi bir işareti yok.
Aslında devletleri, krize tepkilerine
bakarak, iki gruba ayırmak pek ala
mümkün: Rasyonel ve irrasyonal devletler.
Bu krizi beklenmedik bir kriz olarak
değerlendirme kolaycılığına kaçmadan,
sağlık sistemlerinin kapasitesini gerçekçi bir biçimde değerlendirerek, bilim
insanlarının önerileri doğrultusunda,
tüm yurttaşlarının evde kalmasını sağlayacak ekonomik destek paketi eşliğinde zorunlu karantina uygulamaları
ve yaygın testlemeye geçen devletlerin
hepsini rasyonel devletler grubuna dahil
edebiliriz.
Salgını küçümseyerek önlem almamakta direnen, kendi gücünü abartan,
salgınla mücadele yerine salgının
ciddiyetini dile getirenlerle mücadeleyi
öne çıkaran, salgını fırsata çevrilecek
bir kriz olarak gören, alınması gereken
zorunlu önlemleri dahi ‘devlet sırrı’
olarak kabul edip son dakikada açıklayan devletleri de irrasyonel devletler
grubunda toplayabiliriz.
İrrasyonel devletlerin hemen hepsi
yeryüzü standartlarında bir hukuk hatta
kanun devleti dahi olmayı reddeden,
tehdit algıları sınırsız, devleti topluma
değil siyasi iktidarı elinde tutan siyasi
ve ekonomik elitlere hizmet ermekle
yükümlü sayan devletlerden oluşuyor.
Hepsinin başında devleti kendi şahsı
olarak gören çoğu seçilmiş popülist bir
lider oturuyor.
Rasyonel devletlerde güçlü yerel yönetimler ve güçlü bir sivil toplumun varlığı
öne çıkarken, irrasyonel devletlerde yerel
yönetimleri ezip geçme arzusuyla yanan
ve sivil toplumu bir tehdit olarak gören
bir merkezi iktidarın kibirli yaklaşımı
öne çıkıyor.
Almanya, Güney Kore, Kanada, Yeni
Zelanda gibi rasyonel devletler, salgını
yavaşlatma, sağlık sistemleri üzerine
binen yükü azaltma ve can kayıplarını
en aza indirmede başarılı olurken, irrasyonel devletler salgının üçüncü ayında
dahi yetersiz, yanıltıcı ve kibirli yaklaşımlarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Profesör Kräusslich “Belki de bizim
Almanya’daki en büyük gücümüz, hükümetin en üst kademesindeki karar alma
sürecinin rasyonelliği ile hükümete halk
tarafından duyulan güvenin bileşimi”
sözüyle rasyonel bir devlette olması
gerekene işaret ediyor.
İrrasyonel devletlerde konjonktüre
göre değişen hayali iç ve dış düşmanlarla daimi savaş hali, devleti kendi
şahısları olarak gören popülist otoriter
liderlerin en önemli politik silahıdır.
Uzun yıllar politik tabanlarını hayali
düşmanlarla tahkim eden bu liderler,
ellerindeki bu polilitik silahı işlemez
hale getiren kendi tabanlarının da
bağışık olmadığı virüs salgını gibi
gerçek bir düşmanla karşılaştıklarında
dahi, gerçeğin yeniden inşasına devam
ediyorlar.
Ne var ki, politik hayatlarında ilk kez
gerçek bir düşmanla karşılaşmanın
şaşkınlığı attıkları her adımda ortaya
çıkıyor.
Pandemik bir salgını ekonomik fırsata
çevirme hayalleri kısa sürede solsa da,
krizde hayatta kalma sorumluluğunu
yurttaşlara yükleyerek, halkın rızasını da
baskı ve zor araçlarını devreye sokarak sağlama politikasından asla taviz
vermeyen irrasyonalite, tüm önceliğini,
salgın öncesinde olduğu gibi, liderin
yanılmazlığını ve hatasızlığını kanıtlamaya vermiş görünüyor. Bu nedenle,
salgının çok iyi yönetildiğine ilişkin algı
yönetimi, salgının topluma vereceği
hasardan çok daha önemli bir amaç.
Dolayısıyla bu algıyı bozan herkesin
tasfiyesi, rakiplerin engellenmesi,
gösterişli dış yardımlarla sorun yokmuş
gibi davranılması temel politika olarak
öne çıkıyor.
Hasılı, toplumların ödeyeceği bedelin
büyüklüğünü, sahip oldukları devletlerin
rasyonal ya da irrasyonal olup olmadığı
belirleyecek.