Erhan Karadağ
DEVLETİN İTİBARINI KURTARANLAR
Felaket olduğu zaman tanıyoruz birbirimizi. Sonra unutuyoruz. Sonra başka bir afette bir daha tanıyoruz. Gururu, öfkeyi, utancı, kıvancı yaşıyoruz bir gecede.
İnci dedi ki “abla çok korkuyorum, elimi tutar mısın?” Aksaray’dan İzmir’e geceyarısı ulaşan UMKE görevlisi Edanur Doğan elini tuttu. Sırtında tonlarca beton, sürünüp girdiği daracık karanlıkta İnci’ye seslendi: Korkma, korkacak hiçbir şey yok ablacığım. Birazdan çıkacağız seninle.
Belinden altı ezilmiş, bacaklarını oynatamayan Günay’ın “Abi ben çıkmak istiyorum, itiverin şu betonu ya” diyerek inledi sesi.
Manisa İtfaiye Daire Başkanı Gürhan İnal “tamam çıkaracağız seni Günay” dedi: Benim adım Gürhan, ekip olarak buradayız bak sesleri duyuyor musun.
“Abi sen gitme. Gitme abi!”
Birbirlerini hiç tanımayan, daha önce birbirini hiç görmemiş insanlar arasında büyük bir bağ kuruldu. Güven bağı, şefkat, nefes, devlet, insanlık ne derseniz deyin ekran başında gözyaşlarıyla izledik:
Öteki apartmanda başka bir göçüğün altında 55 yaşında bir adam acı çekiyor. Yüzükoyun uzanmış üzerinde demir bir kapı pervazı, onun da üstünde tavan betonu kıpırdayamıyor. Ama duyduğu bir çift söz, daha oradan çıkmadan hafifletiyor üstündeki yükü:
“Seni almadan çıkmıyoruz buradan Halim dayı! Bırakma kendini.”
Aradığımız devletin üslubunu fedakarlığını, “seni almadan buradan çıkmıyoruz dayı” diyen kurtarma personelinde buluyoruz. İşte benim devletimin cümlesi bu, fedakarlığı, şefkati bu demek isterim. Devlet zaten o ses oluyor o dakika. Enkazın üstünde fotoğraf çektiren bakan değil. “Bir daha sallarsa başıma çöker mi“ demeden süzülüp enkazın içine sızan kahramanlar oluyor devlet.
Bir başkası enkazın altındaki gençle telefon bağlantısı kurmuş; şarjını soruyor, “idareli kullan” diyor içeriye. O sırada Tarım Bakanı görevlinin elinden telefonu alıyor, yaralı gençle konuşuyor. Bir danışman onu videoya çekiyor, başka bir görevli bakanın şarjı bitmesin diye telefonuna bağlı takviye bataryayı taşıyor. Hükümet enkaz üstünde. Tam o sırada asıl devlet yıkılmış kolonların arasında sürünerek İnci’ye dayanma gücü veriyor. Edanur, Ağlayan genç kıza bir yandan “keman çaldığın zaman dinlemeye geleceğim” diyor uyanık tutuyor, bir yandan serum vermek için damarını arıyor. “Canını yaktım özür dilerim” diyerek İnci’nin koluna damar yolunu açıyor, bizi hayata döndürüyor şefkatli sesi. Boğazı düğümlenmeden, gözü yaşarmadan izleyen var mıdır bilmiyorum.
Kimin vicdanı var, kimin bilgisi var, kimin yüreği? Akıl kimde, kim akılsız, kim kibirli, maalesef her seferinde felaketler gösteriyor bize. Hepsini gösteriyor klavyeler, sokaklar, kürsüler, haberler; bir tek sorumluyu göstermiyor.
Doğa ne diyecekse diyor, kendince zamanlama da yapıyor, şaşırtıyor da. Kah yerden vuruyor kah dere yatağında uyarıyor, olmadı bir başka sefer gökten dolu diye gülle yağdırıyor. Şimdilik insaflı. Ama biz hala tanımıyoruz kendisini. Biz tanımamakta ısrar ettikçe o bizi yaralamakla, öldürmekle kalmayıp rezil rüsva ediyor. Ahlaksızlığın, aç gözlülüğün, bilgisizliğin, aptallığın ortaya çıkması, 21’inci yüzyılda yaşadığımız insanlığın rezil olması bir sarsıntıya bakıyor, ya da bir saatlik yağışa.
İnşaata, müteahhite, paraya insandan daha çok değer veren devlet itibardan tasarruf etmeyi aklından bile geçirmiyor, biliyoruz.
Ama bakınız hükümet parti kongrelerinde, Van’da Samsun’da güç gösterisi yaparken devletin itibarını, istifası izni yasaklanan, salgınla ölüme kafa tutan, enkaz altına bedenini sokan 24 yaşında bir sağlık görevlisi kurtarıyor. Haklarını almak için direnen, Ankara’ya yürümesi engellenen madenci kurtarıyor Ankara’nın itibarını, eylemini bırakıp İzmir’e yardıma koşuyor.
Keşke devlet de bu toplumun itibarını, bu halkın saygınlığını korusa. Keşke o kahramanların üslubunu, çelebiliğini taklit edebilse.