Haluk Levent
Devlet ve bürokrasi
Doksanlı yılların sonunda Paris’te bulunduğum bir dönemde, o zamanlar Sovyet sonrası dönemi çalışan Claudia Senik’in sunuşunu izlemiştim. Dr. Senik, SSCB sonrası Rusya işgücü piyasası ile ilgili saha gözlemlerini de içeren bilimsel çalışmasını anlattığı sunuşunun bir aşamasında Rusya’da, kamu sektöründe “sıfır ücretli” çalışanlar olduğunu söyleyince salonda uzun süren bir tartışma çıkmıştı; Fransız meslektaşlar ücretsiz kamu çalışanı olmayı bir türlü anlayamamışlardı. Oysa, Sovyet sonrası dönemde bir mafya organizasyonu olarak yeniden örgütlenen devletin altüst oluş hali içerisinde uzunca bir dönem düzenli ücret ödeyememesine rağmen kamuda iş bulmak için çabalayan insanların olması, kamusal faaliyetin tümüyle özelleştiği bir durumu ifade ediyor.
Devlet ve bürokrasinin doğuşu
Kamu karar süreci içerisinde anlam taşıyan bir mevkide bulunmak, maaşı önemsizleştirecek ölçüde gelir elde etmeyi, şirket sahibi veya ortağı olmayı mümkün kılmaktadır. Bir bakıma devletin ortaya çıkmasıyla oluşan bürokrasinin varoluş zemini zaten bu türden bir işleyişi gerekli kılıyordu. Karatani’nin kavramsallaştırması ile tarif edecek olursak devlet bir mübadele biçimi olarak yağma ile birlikte ortaya çıkmıştır. Yerleşik topluma geçildiğinde gerçekleşen müthiş refah artışı ihtiyaçtan daha fazla ürün elde edilmesini mümkün kıldığında ticaret, yani meta mübadelesi ve artık ürünü elde etmek için saldıran topluluk dışı grupları, dolayısıyla bir mübadele biçimi olarak yağmayı ortaya çıkarmıştır. Bir topluluğun diğerini yağmalaması tek taraflı çalıştığından ilk bakışta mübadele olarak adlandırılamaz, ancak yağmalayanlardan koruma hizmeti karşılığında artık üründen pay alma hizmetinin ortaya çıkması bunu bir mübadele biçimi haline dönüştürür. Bir nüve halinde devletin ortaya çıkışı, Karatani’ye göre bu ortamda gerçekleşmiştir.
Elbette salt asker bürokrasinin ötesinde toplumsal ilişkilerin düzenlenmesini içeren faaliyetlerin bir çerçeveye oturtulması devletin de güvenlik işlerinin yanısıra yönetim ve karar süreci ile ilişkili faaliyetlere doğru genişlemesini de sağlamıştır. Böylece maddi ihtiyaçlara yönelik mal ve hizmetlerin üretiminde rol almadığı halde güvenlik ve idareye ilişkin hizmetleri gerçekleştirme karşılığında bölüşümden pay alan profesyonel bir kesimin, bürokrasinin oluşması mümkün olmuştur. Üstelik bürokrasinin etki alanı doğrudan toplumun tüm faaliyetlerinin düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi olduğundan bürokrasi ile egemen sınıf arasında doğrudan, güçlü ve zaman zaman da çatışmalı bir bağ oluşmuştur.
Öte yandan özellikle kapitalizm öncesi dönemde “bürokratların” zaman zaman iktisadi aktör olarak da faaliyet göstermeleri söz konusu olmuştur. Örneğin yeniçerilerin esnaflaşması ve bunun sonuçları Cemal Kafadar (Kim var imiş biz burada yoğ iken) dahil pek çok tarihçi tarafından incelenmiştir. Bir de esas önemli damardan, devletin ve bürokrasinin ortaya çıkması, toplumsal sınıfların ve kesimlerin oluşmasıyla birlikte ortaya çıkan rüşvet mekanizmasının altını çizmek gerekir. Bir açıdan bazı toplumsal uğraklarda, rüşvetin meşruiyet kazanması ve giderek kurumsallaşması devlet hizmetlerinin meta ilişkisi çerçevesinde tarif edilmesi anlamına gelir. Bu bakımdan devlet içerisinde karar gücüne sahip olmak “piyasası” olan bir hizmet alanında faaliyet göstermeye dönüşür ve bürokrat için ücretli iş ilişkisi giderek önemini yitirir. Bürokratın esnaflaşma/şirketleşme süreci başlar.
Kamusal iktidar özel ellerde
Aslında iktidarın yerel odaklara dağıldığı feodal toplumlarda merkezin çeşitli idari fonksiyonları bir tür gelir paylaşımı yoluyla yerelleştirmesi esastır. Bu anlayışın yerel merkez ayrımının ötesine geçtiğinden de söz edebiliriz. Feodalizmin en özlü tanımlarından biri “Kamusal İktidar Özel Ellerde (Public Powers in Private Hands)” ifadesidir. Bu tanım aslında kamusal karar süreçlerinin tümüyle özel iktidar odaklarına devredildiği feodalizm altında hiçbir şekilde bir kamusal alandan bahsedilemeyeceği şeklinde de okunabilir.
Roma İmparatorluğu “özgür yurttaşlar” arasındaki sivil ilişkilere dayanan kurumsal ilişkileri ile kamusal alanın tanımlı olduğu bir dönemi ifade eder. Köle emeği üzerinde yükselen büyük refah artışı, bir avuç “özgür yurttaştan” oluşan kamusal alanın ortaya çıkmasına yol açmış ve bu alanda oligarşi ve tiranlığın yanında demokrasiden “izonomiye” kadar çeşitli yönetim biçimlerinin hüküm sürmesi mümkün olmuştur. Yönetim biçimlerinin dışında yine bu kamusal alanda bilim, sanat ve felsefe serpilip büyümüştür. Roma İmparatorluğunun çökmesiyle birlikte kamusal alan ortadan kalkmış ve Avrupa’da büyük ve uzun süreli bir karanlık çağ açılmıştır. Bu dönemi kısa bir şekilde ifade etmek gerekirse “medeniyet kaybı” sözü uygun düşebilir. Detayları önümüzdeki haftalarda tartışmak üzere geçiyorum.
Kapitalizm, ücretli iş ilişkisiyle birlikte sözleşme özgürlüğüne sahip yurttaşların ağırlık kazanmaya, büyük toplumsal yaşam alanlarına olan ihtiyaçla birlikte şehirlerin hızla genişlemesine ve çoğalmasına neden olmuştur. Dolayısıyla, kamusal alan tekrar yeşermiş, bir norm olarak ücretli iş ilişkisinin doğmasıyla birlikte kamusal hizmet yeni içeriği ve tanımıyla ortaya çıkmıştır. Artık bürokrasinin ulus devlet sınırları içerisinde tanımlanmış sosyo ekonomik alanda kuralların işlemesini sağlamak gibi tanımlı bir görevi ve ücretli iş ilişkisi çerçevesinde adil olarak yerine getirmek şeklinde tanımlanabilecek bir işi vardır.
Yeni bürokrasinin kamusal karar alma sorumluluğu ve bu kararlarla farklı kesimlerin eşit şartlar altında ve adil koşullarda işlerini yapabilmelerini sağlamak gibi bir işlevi vardır. İkinci dünya savaşının bitimiyle ortaya çıkan “sosyal refah devleti”, adalet kavramını kırılgan toplumsal kesimleri minimum refah seviyesinde tutma ve daha eşitlikçi bir toplum yaratma sorumluluğuna kadar genişletmiştir. Bir ölçüde dünya sosyalist sisteminin varlığından da kaynaklanan bu yeni durum bürokrasinin işleyişini ve bürokrat karakterini de farklılaştırmıştır. Artık kamuya hizmet ve kamunun hizmetinde olmak temel ilkedir. Eğitim, sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlere erişimin kolaylaştırılması, büyük ölçüde tüm toplum kesimleri için garanti altına alınması kamusallığın önemli unsurlarından biri haline gelmiştir. Bürokratın yeniden tanımlanmasını sağlayan bağlam budur. Bağlam ortadan kalkmaya başladığından hiç kuşkusuz ulusal ve uluslararası bürokrat figürünün niteliği de değişmektedir.
Kısa yirminci yüzyılın kapanışı ya da medeniyet kaybı
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden tanımlanan uluslararası ilişkiler sistemi ve bu düzenin unsurları olarak oluşturulan Dünya Sağlık Örgütü, UNCTAD, vb. gibi çok sayıda kurum ve Birleşmiş Milletler uluslararası kamusal alanı yaratmıştır. Uluslararası kamusal alan da benzer şekilde tüm aktörlerin adil ilkeler ve daha eşitlikçi idealler çerçevesinde var olabilmelerini sağlamaya dönük bir ortam yaratmayı hedeflemiştir. Çatışma çözümünden ticarete kural koymak ve bu kuralların uygulanmasını temin etmek, insanlığın ve giderek ekosistemin bütününe dönük tehditlerde koordinasyonu sağlamak vb. uluslararası kamusal alanın temel fonksiyonları arasındadır. Bu dönemi yirminci yüzyılın başlangıcı olarak görmek mümkündür.
Neoliberalizmin temel kamu hizmetlerine saldırarak kamusal alanı tahrip etmesi, bir ölçüde kısa sürmüş yirminci yüzyılın kapanışını da ifade etmektedir. Neoliberalizmin saldırısını sadece ulusal sınırlar içerisinde gerçekleşen bir olay olarak görmemek ve bu uluslararası kamusal alanın tümden tasfiyesini, anomi halinin uluslararası düzeyde hakim kılınma çabası olarak değerlendirmek gerekir. Ortaya çıkan yeni durum ise en hafifinden “medeniyet kaybı” olarak değerlendirilebilir. Anti siyaset halini doğuran medeniyet kaybının nedenleri hakkında düşünmek yirmi birinci yüzyılın Mad Max benzeri bir kabusa dönüşmesini engellemek için de önem taşıyor.