Tolga Sardan
Coronavirüs ve İstanbul Sözleşmesi
Geride bıraktığımız bayramda ülkenin gündeminde ne siyaset, ne ekonomi, ne de dış politika vardı. Bu bayram Türkiye’nin gündemi Coronavirüsle mücadele ve İstanbul Sözleşmesi üzerine yoğunlaştı.
Her iki konuda ilginç gelişmeler yaşandı.
Önce Covid – 19’la mücadele konusundan başlayalım…
Dünyaya nefes aldırmayan ve her geçen gün etkisini artıran Coronavirüs’de küresel vaka sayısı 18 milyonu devirdi. Hızla 19 milyona doğru ilerleyen virüsün yayılımında günlük vaka sayısı ise, 300 bin sınırında. Keza ölümler de vaka sayısıyla orantılı biçimde artarak 700 bine ulaştı.
Bununla birlikte, virüsle mücadelede Türkiye’nin tablosu da çok parlak değil ne yazık ki. Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen salgınla mücadele, özellikle “yeni normal” olarak adlandırılan dönemle beraber kaotik duruma dönüştü.
Virüsün Türkiye’de ilk görüldüğü 11 Mart’tan, 2.5 ay sonra 1 Haziran itibarıyla geçiş yaptığımız yaşam biçiminin hangi aşamaya geldiği bayramdan yansıyan görüntülerle kaotik süreç net biçimde ortaya çıktı.
İki bayram arasında Anadolu’da başlayan düğünler ve memleket ziyaretleriyle hızlanan virüs yayılımı, gerek bizzat Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, gerek Bilim Kurulu üyeleri, gerekse mücadelede yer alan sağlık emekçilerinin uyarılarına karşın “yeni anormal” olarak karşımıza çıktı.
Özellikle sağlık tedbirlerinin gevşetildiği ilk bayramda tatil yörelerinden yansıyan görüntüler hiç parlak değil. Turizm bölgelerinde sadece tesislerin salgına karşı hazırlıkla oldukları, halkla açık alanlarda ise pek hazırlık yapılmadığı, yapılsa bile tatilcilerin koruyucu önlemlere uymadıkları anlaşılıyor. Bu arada, günlük vaka sayısı 5 binlerde seyreden Rusya ile uçuşlara yeniden başlanması ise aynı bir durum. Rus turistlerle birlikte sürecin nasıl gideceğini hep birlikte göreceğiz.
Benzer biçimde Ayasofya’nın açılması ve takiben ilk bayram namazının kılınması sırasındaki temas, mesafe ve temizlik şartlarının yerine getirilmemesinin faturası önümüzdeki haftadan itibaren verilere olumsuz olarak yansıyacak. Ayasofya’nın ibadete açılmasına katılan kimi AKP’li siyasilerin pozitif vaka olarak tedavi görmeye başladıkları haberleri kamuoyuna yansımaya başladı bile.
Şu anda ülke genelindeki vaka sayıları Sağlık Bakanlığı’nın resmi açıklamalarına göre psikolojik eşik olarak tanımlanan bin rakamının altında seyrediyor. Resmi sayı diyorum, zira yaklaşık bir aydır aynı sayı ve oranda devam eden istatistik verileri son günlerde “rakamların gizlendiği” iddialarını da beraberinde getirdi. Sanki bu ortalama sabitlenmiş durumda.
Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerine karşın özellikle vaka sayılarının yüksek olduğu kentlerin valilerinden gelen vaka sayılarının artışıyla ilgili açıklamalar, sürecin en başından beri zihinlerdeki “sayıların doğru olmadığı” tezini doğrular niteliğe dönüştü maalesef.
En son Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin ile Malatya Valisi Aydın Baruş’un yaptığı açıklamalar, Sağlık Bakanlığı’nın verileriyle çelişiyor. Örneğin, Malatya Valisi Baruş, kentteki vaka sayısını günlük ortalama 100’e çıktığını açıklarken, aynı günlerde bakanlıkça 1 Ağustos günü için hazırlanan ve Malatya’nın da içinde bulunduğu sekiz kenti kapsayan bölgedeki toplam vaka sayısı 51 olarak görünüyor!
Benzer biçimde vakaların yoğun olduğu ve mahallelerin karantinaya alındığı, hastanelerin tam kapasite hasta baktığı Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgedeki vaka sayısının 265 olması, kafaları karıştırıyor.
Ayrıca, kimi akademisyenler ile sağlık emekçilerinin sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlar, salgınla mücadele uygulamaları ile verilerin ne kadar güvenilir olduğu konusunu tartışmaya açıyor.
Sağlık Bakanlığı’nın bir an önce “Şuyuu vukuundan beter” halini ortadan kaldırması gerekiyor.
İstanbul Sözleşmesi Türkiye için vazgeçilmez
Bayramın ikinci ana gündemi ise hiç kuşkusuz İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde yaşananlardı.
Türkiye’nin 2011’de ilk imza sahibi olduğu ve kadınlara yönelik şiddet olayları başta olmak üzere kadın haklarının sağlanmasını amaçlayan uluslararası sözleşmenin yürürlükten kaldırılması konusu bir süredir tartışılıyor.
Özellikle AKP’yi destekleyen tarikat ve cemaatlerin talebi olan yürürlükten kaldırılma işlemiyle ilgili süreç, iktidar partisinde ciddi tartışmaya yol açtı. İsmailağa cemaati bünyesindeki Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı ile Ensar Vakfı sözleşmeden çekilmek gerektiği görüşünü verdi. Ensar Vakfı’nın 45 çocuğa yönelik cinsel istismarın yaşandığı STK olduğunu hatırlatayım.
Yanı sıra, radikal görüşleriyle bilinen Abdurrahman Dilipak ve Yusuf Kaplan gibi hükümete yakın kimi yazarlar da “çekilme” yönünde görüş belirtirken, Dilipak’ın “fahişe” tanımlaması yapması AKP içinde büyük tepki topladı.
Buna karşın, AKP İstanbul Milletvekili Canan Kalsın, “Amacı şiddetten uygulananı şiddetten korumak olan bir sözleşmenin toplumu bozduğunu söylemek akla ziyan bir tutum ve düşüncedir. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkalım diye yüksek sesle bağıranlar, öldürülen kadınlar, çocuklar için ne yapmayı düşünüyor?” şeklinde tepki gösterdi.
Süreç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesinde de görüş farklılığı yarattı. Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde bulunduğu TÜGVA, “çekilme” görüşünü belirtirken, kız kardeşi Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın yönetici olduğu KADEM ise, tam tersi tavır koydu.
KADEM, “İstanbul Sözleşmesi ve kadın cinayetlerinin artması arasında doğrusal hiçbir bağlantı yok iken, kadın cinayetlerini önlemek üzere getirilmiş bir düzenlemenin günah keçisi ilan edilmesini anlamak pek mümkün gözükmemektedir. Cinayetler gerçekten arttıysa burada bakılması gereken pek çok değişkenli sosyolojik ve psikolojik toplumsal süreçlerdir. Burada Sözleşmenin bu kadar hedefe konması asıl sebeplerin görmezden gelinmesi anlamına da geliyor” değerlendirmesini yaptı.
Bayram sırasında yaşanan bu gelişmelere ek olarak, sözleşmeden çekilme konusunun ele alınacağı AKP MYK, ertelendi. Kadınlar, bugün sokaklara çıkıp protestolarını yapacaklar.
Bianet’in tespitlerine göre, Temmuz’da 32 kadın, erkeklerin hedefi olarak yaşamını yitirdi. Geriye dönük bakıldığında bu sayı binleri buluyor.
İstanbul Sözleşmesi, ülkemizdeki kadınların ve çocukların yaşamlarının bir sigortası. Kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelik her türlü saldırı, taciz ve kötü muameleyi önleyen sözleşmeye herkesin sahip çıkması gerekiyor.
Ayrıca, kadınlarımıza ve çocuklarımıza yaşam hakkını sağlayan bu sözleşmeyle ilgili tartışmaları sadece eşcinsellik üzerinden yürütmek de doğru değil. Tartışmaya katılanları ya da katılacakların öncelikle sözleşmeyi bir okumalarında büyük fayda var.
Bu topraklarda nefes alan tüm bireyleri “önce insan” olarak değerlendirmek, toplumun gelişimi açısından oldukça önemlidir.