İbrahim Turhan
Coronadan Önce ve Coronadan Sonra: Fırsatlar
Büyük salgınlar tarih boyunca toplumsal ve siyasal yapılarda köklü değişikliklere yol açtı. C.Ö. dünya,
bir yandan uluslararası sermaye akımları, bir yandan küreselleşen üretim ve tedarik zincirleri
sebebiyle geçmişte hiç olmadığı kadar ileri bir ekonomik bütünleşme içindeydi. Küresel üretim
miktarı, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin karşılıklı bağımlılık düzeyi ile orantılı biçimde
artıyordu. Ulaşım araçlarının ve imkânlarının sağladığı sınır ötesi insan hareketliliğinin yoğunluğu çok
yüksekti. İletişim teknolojileri ve sosyal medya ağları herkesin her gelişmeden anında haberdar
olduğu, bilginin sonsuz bir akışkanlık kazandığı küresel etkileşim ortamını ortaya çıkarmıştı. Tabii bu
ortam; yanlış bilgilerin oluşturduğu kirliliğe, gerçeklerin çarpıtılması yoluyla kitlelerin kurgularla
kolaylıkla yönlendirilmesine, safsataların ve komplo teorilerinin kontrolsüz biçimde yayılmasına,
bilişim suçlarına ve benzeri kötü niyetli girişimlere de açıktı. C.Ö. dünya düzeninin bu nitelikleri,
Covid-19 salgınının yarattığı sarsıntının C.S. dönemde yaşanacak dönüşümü hiç kuşkusuz daha
dramatik hâle getirecektir.
Şu anda hâlâ küresel ölçekteki felaketin akut evresindeyiz. Bunu, örneğin bir depremle benzeştirerek
ifade edecek olursak; henüz arama-kurtarma çalışmaları sürüyor. Bu aşamada önceliğimiz
olabildiğince çok yaşamın kurtarılması olduğundan enkazla ilgilenen ve başka bir şey düşünen
olmaması doğal. Nasıl bir depremde arama-kurtarma çalışmaları sırasında canlı kurtarılanlar umutları
artırırsa, Corona salgınında vaka sayılarının azaldığına ve kısıtlamaların gevşetileceğine ilişkin haberler
de kısa süreli piyasa coşkularını tetikliyor. Uzun süredir olumlu habere aç olan yatırımcıların kış
güneşine benzeyen bu gelişmeleri satın alması yalancı bir bahar havası yaratıyor. Krizin yakıcılığı
geride kalınca gerçeklikle yüzleşeceğiz. Arama-kurtarma çalışmaları bitince enkazı kaldırmak
gerekecek. Yıkımdan kurtarılan insanlara, yıkımın büyüklüğü ile orantılı bir süre barınak ve gıda
sağlamak gerekecek. Maliyetin ne olduğunu da gerçek boyutuyla o zaman göreceğiz. Merkez
bankalarının sağladığı parasal genişleme ve hükümetlerin maliye politikaları yoluyla sunduğu destek
şu anda bize devasa ölçekte görünüyor olsa da gerçek durum ancak bu maliyet tablosu ortaya
çıktığında anlaşılabilecek.
C.Ö.’de küresel ekonominin sanayi üretim üssü işlevi görmekte olan Çin merkezli Güneydoğu Asya
ekosisteminin, C.S. dünyada bu konumunu koruması pek mümkün görünmüyor. Bunda psikolojik ve
lojistik etkenler kadar ülkelerin benzer bir durumun yeniden yaşanması olasılığına karşı tedarik
kaynaklarını çeşitlendirmek istemesi de etkili olacaktır. Üretimin bir kısmının merkeze çekilerek
yeniden yerlileştirilmesi, bir kısmının da hem coğrafi olarak daha yakın hem de ülkelerin kendi etki
alanları içinde gördüğü bölgelere –tabiri caizse arka bahçelerine– taşınması kuvvetle muhtemel. Bu
bağlamda, Avrupa ile ilişkilerini geliştirebilirse Türkiye’nin bazı fırsatlar yakalaması mümkün.
Bu durumun bir diğer yansıması tedarik zincirlerinin sağladığı verimliliğin düşmesi olacaktır. Ayrıca
gelişmekte olan ülkelerde çalışanların küresel üretime yaptıkları katkı ve dolayısıyla küresel refahtan
aldıkları payın azalması bunların satın alma güçlerinin de gerilemesine yol açacaktır. Küresel
ekonomik entegrasyonun azaldığı C.S. dünyada küresel üretimin de tüketimin de C.Ö.’deki
seviyelerine yeniden ulaşması kolay olmayacaktır. Ayrıca servetlerinin hiç değilse bir kısmının ellerinin
arasından kayıp gittiğine, birikimlerinin buharlaştığına, gelirlerinin bir anda yok olduğuna şahit olan
hane halklarının tüketim davranışlarında bir değişim olması, insanların harcamalarında daha temkinli
bir tutum takınması kaçınılmaz görünüyor. Bu ise yukarıda işaret ettiğimiz olgunun etkisini daha da
büyütecektir.
İhracata fazla bağımlı olan veya gelirleri hammadde üretimine bağlı ülkelerin bu gelişmelerden
olumsuz etkileneceği açıkça görülüyor. Birkaç sektöre yoğunlaşmış ekonomiler çok daha fazla
etkilenirken sanayi üretim temeli sağlam, üretim yapısı çeşitlendirilmiş ve kendi iç pazarının ölçeği
belli bir eşik düzeyin üzerinde olan ülkeler yaşanacak değişimden görece daha az etkilenecektir.
Üreticilerini ve çalışanlarını bu krizde rasyonel biçimde destekleyebilir, bu kesimlerin ayakta kalmasını
sağlayabilirse Türkiye de bu grupta yer almaya adaydır.
Küresel sistemin merkezinde yer alan ekonomilerin maliye politikalarını ve özellikle para politikalarını
benzeri görülmemiş ölçüde genişlettikleri bir dönemdeyiz. Krizin ardında bırakacağı tahribat
dolayısıyla toparlanmanın zayıf ve narin olacağı, uzun zaman alacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla
ortaya çıkan para hemen geri çekil(e)meyecek. Bu ise son dönemde başarı grafiği pek de parlak
olmayan Türkiye gibi kırılgan gelişen piyasa ekonomilerine zaman kazandıracak, adeta bir hayat
öpücüğü gibi gelecek. Geçen seferki fırsatı kaçıranlara ve ekonomilerini sağlamlaştırmak için gerekli
adımları atamadığı için sorun yaşayanlara bir fırsat daha sunulmuş oldu.
Bütün bu fırsatlardan yararlanabilmek için ise gereken başarı formülü belli. Öncelikle bilgiye değer
veren akılcı bir yaklaşım, stratejik planlama becerisi, bütüncül bir bakış açısı; hepsinden önemlisi de
bunları becerebilecek ehliyetli ve liyakatli insan kaynağı gerekiyor. Uygulanacak politikaların
öngörülebilir olması ve iktisadî faaliyetin bütün bileşenlerine/unsurlarına güven vermesi de olmazsa
olmaz ön şartlar. Öngörülebilirlik, kurallara bağlı, keyfîlikten uzak bir politika çerçevesiyle mümkün.
Güven ise iki hususa bağlı. Birincisi politikaların dışlayıcı olmaması, bütün kesimleri kucaklaması.
İkincisi ise uygulamalarda şeffaflık ilkesine ve hesap verme bilincine harfiyen bağlı kalınması. Kısacası
iyi yönetişim ve kurumsallaşma gerekiyor.
Türkiye’yi yönetenler, siyaseten zihinlerinde yarattıkları yel değirmenleriyle savaşmaktan ve bizi kendi
kendisiyle gölge boksu yapan bir toplum olmaya zorlamaktan acilen vazgeçmeli. Yoksa biz vehimler
içinde ayrışarak enerjimizi ve vaktimizi boşa harcarken bu altın değerindeki fırsatlar kaçar. Dahası da
var; C.S. dönem fırsatlar sunduğu kadar bünyesinde tehditler de barındırıyor. Bir sonraki yazımızda
karşı karşıya olduğumuz tehditlere değinelim inşallah.