Bahadır Erdem
CORONA DA GEÇER Mİ HADİ GEÇTİ YA SONRASI
COVİD-19un yarattığı Pandeminin üzerinden dört ay geçti. Dünya böylesini görmedi. Daha doğrusu bu yaşlı dünya neler gördü neler de bizler de dedelerimiz de, 1919’daki İspanyol gribinin yarattığı ve elli ile yüz milyon arasında insanın canını alan felaketten sonra, böylesini görmedi.
Malum ortada bir felaket varsa komplo üreten çok olur. Covid-19 ile ilgili en önemli komplo teorisi de virüsü Çin’in bile isteye üretip, dünyaya saldığı. Zaten Trump, en başından beri bu virüse Çin virüsü diyerek, Çin’i şeytanlaştırmanın bir yolunu daha buldu. ABD’de bir avukat Çin’e dava açarak virüsün sebep olduğu zararların tazminini talep etti.
Dünyayı adeta durduran, on binlerce canı alan, bütün dinlerin ibadethanelerini bile kapatan geçirdiğimiz bu zorlu Pandemi günleri için insanın dilinin ucuna kadar gelen ilk söz; kökeni, Bizans döneminde Bizanslıların, başlarına iyi ya da kötü bir şey geldiğinde söyledikleri, ‘K’afto ta perasi’ ‘ye kadar uzanan, Osmanlı döneminde ise tekkelerde benimsenerek sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen ‘Ya Hu’nun eklenmesi ile ‘Bu da geçer yahu’, demek oluyor.
Geçecek de geçtikten sonra ne olacak, dünya aynı hızla dönecek mi, yaşam aynı şekilde akacak mı işte orası, biraz şüpheli. Stratejistler, fütüristler yani hiç kusura bakmasınlar ama şanlarını ve paralarını biraz da eski tabirle müneccimlik yaparak, yarını okuyarak kazananlar doğrusu pek bir hevesle, artık dünyanın kesinlikle aynı dünya olmayacağını ısrarla söyleyip duruyorlar. Dünyanın eskisi gibi olmayacağını zannediyorum artık hepimiz üç aşağı beş yukarı kabul ediyoruz. Evlerden dışarı çıkmayı büyük bir hevesle bekleyen halkımız eğer kendini hemen kalabalıkların içine atacağını, sarılıp, öpüşüp koklaşacağını sanıyor ise çok yanılıyor. Milletimizin genlerine işleyen bu alışkanlıkları bırakmak hiç de kolay olmayacak. Ama uzun müddet mecburuz.
Ancak bütün bunların çok ötesinde bir dolu yorum havada uçuşuyor. Her ne kadar öpüşmeyi çok sevsem de bir hukukçu olarak, bundan böyle dünyanın çok daha otoriter şekilde yönetileceğine, Çin, gibi insanların nefes almasının dahi izlendiği sistemlerin yaygınlaşacağına, insan haklarının kalmayacağına, diktatörlük heveslisi devlet başkanlarının yıldızının yükseleceğine ilişkin yorumlar beni çok daha fazla ilgilendiriyor.
Çin’de bir anda ortaya çıkan ve Çin’i dünya gözünde adeta şeytana çevirip, dünyanın en büyük ekonomisine diz çöktürünce de, bir anda şarkılar eşliğinde el sallanarak Wuhan’dan uğurlanan doktorlar gibi ortadan yok olan Corona’nın, bu yok olma hikayesine inanıyor ve bu başarıyı, Çin’in otoriter, sokaklarda Çinlileri yüz tanıma yöntemleri ile izleyen yüz binlerce kameranın başarısına bağlıyorsanız, belki otoritenin ve sıkı rejimlerin Coronayı ve gelecekteki her musibeti yeneceğine de inanabilirsiniz. Ya da tam tersi biraz aklınızı çalıştırıp, Corona’nın Çin ekonomisine verdiği zarar üzerine üzülerek Çin yönetimi ile görüşmelere başlayıp, varılan ortak mutabakat üzerine, Wuhan’ı bir anda terk etmeye karar vermesine, Çin yönetiminin yazdığı bir hikaye olarak da yaklaşabilirsiniz.
Aslında Corona’dan çok önce de, başa gelen liderlere bakınca dünyanın değiştiği zaten görülüyordu. Trump’ın ABD başkanı seçilmesi bile başlı başına dünyanın değiştiğini bize gösteriyordu. Emek emek inşa edilen Avrupa Birliği’nden Büyük Britanya, Brexitle ayrılınca da zaten bunu görmüştük. Aynı şekilde Boris Johnson’ın kazandığı seçim de beni oldukça şaşırtmış ve dünya nereye gidiyor sorusunu sordurtan olaylardan biri olmuştu. Hatta, sarı yeleklilerin Paris’teki ve bütün Fransa’daki protestoları başkaydı ve Fransızların tarihsel Fransız ihtilali ruhunu, üzerinden yüzlerce yıl da geçse bırakmadığını gösteriyordu ama iş, anayasal protesto gösterilerinden çıkıp, Paris’teki lokantaları basmak ve içeride yemek yiyen insanları korkutarak rahatsız etmek noktasına gelince de, oldukça endişelenmiştik. Neler oluyor, ellerinden gelse giyotin zamanlarına mı dönecek bu Fransızlar demiştik. Zira hükümeti protesto başka bir şey, lüks bir restoranı basıp başka vatandaşları korkutup, rahatsız etmek başka bir şey. İş bir anda boyut değiştirmişti.
Velhasıl gerçekten uzun bir müddettir, ülkeler daha bir içine kapanmaya başladı, adeta insanlar daha bir bencilleşti, dünyada olan biten kimsenin umurunda değil, herkes kendi ekonomisine ve cebine ne girdiğine bakıyor, dünyadaki insan hakkı ihlallerini falan da düşünmek istemiyor. İş böyle olunca normal olarak bütün bu görüşleri savunan Trump gibi, devlet adamlığından uzak, fikir ve tavırları ile dünyayı şaşırtan, hatta ABD’lileri utandıran, liderler, ülkeleri yönetir oldu.
Ancak bütün bu değişimlerin üzerine bir de Corona geldi ve bana sorarsanız, iskambil kağıtlarını hiç beklenmedik bir zamanda yeniden derdi. Dört ay önce seçimleri kazanacağına kesin gözüyle bakılan Trump, muhtemelen seçimleri kazanamayabilir. Boris Johnson’a gelince Pandemiyi hafife alıp bütün İngiltere’yi tehlikeye attıktan sonra tekrar seçilebilir mi, emin değilim.
Corona kağıtları yeniden dererken aslında halka uzak, burnu büyük, sırça köşklerde oturan liderler değil tam tersi, vatandaşın sağlığını, ekonomisini, refahını düşünen ülkelerin liderleri, kazandı. Coronanın en az etkilediği 8 ülkenin liderlerinin, halkı düşündüğünü göstererek, bu dönemi yöneten sekiz kadın liderin ülkeleri olması, tesadüf mü dersiniz.
Pandemiyi bahane ederek, otoriterleşmeye hevesli liderlerin ve yönetimlerin, gelecek dönemlerde bu yönde politikalar belirlemek isteyecekleri oldukça muhtemeldir. Ancak bana sorarsanız Coronanın insanlığa öğrettiği, otoriteye ses çıkarmamak olmayacak. Tam tersi hangi siyasi lider halkı gerçek anlamda düşünürse o kazanacak. 21.yy’ın iletişim çağında insanları kandırmak hiç kolay değil. Kandırmak isteyen liderlere de bence o ülkenin vatandaşları, Cumhurbaşkanımızın tabiri ile ‘hadi bakalım coronanı al da öyle git’, diyecek. Ne dersiniz?