Galip Umut Özdil
COP 27… BELKİ…
Dünya ekonomisinin ve insan yaşamının birbirine ne kadar bağlı olduğu pandemiyle geçen son 2.5 yılda çok daha net anlaşıldı. Olumsuz etkileri anlamak için çok hızlı ve yoğun bir şeklide gündük hayatımıza etki etmesi gerekiyor demek ki.
Oysaki bunun için küresel Covid salgını olması gerekmiyordu. Son 50 yılda doğal afetlerin 5 kat artması, dünyadaki en şiddetli 8 yangının son 10 yılda yaşanması, kentsel nüfusun yükselmesi, sadede 2021 yılında 200 milyon insanın hayatta kalabilmek için insani yardıma ihtiyaç duyması bize bir şeyler anlatmalıydı. En azından bugün Mısır’da başlayacak Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi (COP 27) bunu test etmek için yeni bir gösterge olacak. Zirvede kesin olan tek şey: Verilecek sözler. Şimdiye kadar dünya ekonomisini yönetenler taahhütlerini yerine getirmediler. Üstüne Rusya – Ukrayna savaşı, tarım, gıda ve enerji krizi de eklendi.
Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 7 ay önceki son raporundan sonra BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in “Bazı hükümet ve iş dünyası liderlerinin sözleri farklı, eylemleri farklı. Kısaca yalan söylüyorlar ve sonuçları felaket olacak. Gezegenimizi yakmayı durdurmanın zamanı geldi. Sera gazı emisyonlarının acil ve keskin şekilde düşürülmemesi durumunda küresel sıcaklık artışının söz verildiği 1,5 dereceyle sınırlandırmak mümkün değil. Boş vaatler insanlığı yaşanamaz bir dünyaya sürükleyen utanç dosyası niteliğinde. İklim felaketine doğru hızla ilerliyoruz ve bu kurgu ya da abartı değil. İklim krizi bilimin ortaya koyduğu gibi mevcut enerji politikalarından kaynaklanıyor.’’ uyarısını da tekrarlamakta fayda var.
Sıcaklık artışı bu hızla artar, verilen sözler tutulmazsa IPCC verilerine göre 2050 yılına kadar tarımsal üretimde %10 ila 25 verim kaybı, tarımsal hasılada ise %11 ile % 18 arasında azalış öngörülüyor. Bu, gıda fiyatlarının daha da yükselmesi ve bundan zarar gören insan sayısının artması demektir ki; bu nüfus şimdiden dünya nüfusunun 3’te 1’ine ulaşmış durumda. 3 milyar insanın sağlıklı beslenmek için gerekli gıdaları satın almaya güçleri yetmiyor.
BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) şu tespiti de çok önemli:
Aşırı yoksulluk içinde yaşayan her üç insandan ikisi kırsal yerlerde yaşıyor ve geçim kaynakları da çoğunlukla tarıma bağlı. Aşırı yoksulların yüzde 80’inden fazlası kırsal alanlarda yaşıyor.
Yani üreten, tüketemiyor, üreten aç kalıyor.
Son 50 yılda küresel ısınma nedeniyle yaşanan ekonomik kaybın %60’ının tarım sektöründe gerçekleşmesinin ve aynı dönemde kentsel nüfusun %30’dan %60’a çıkmasının başka hangi sonucu doğurması beklenebilirdi ki?
Tarımsal faaliyetler ve gıda üretim süreçleri sera gazı salınımlarının sebebinin bir bölümünü oluşturabilir ama çözümünün de ana unsurudur. İklim krizi ve yarattığı açlık başta olmak üzere ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele için yine toprağa, köylüye, ormana ihtiyacımız var.
Politikanın değil, bilimin önceliğinde herkese eşit hak ve fırsatların sunulduğu, finansal kaynakların kıtlık ve açlık çeken coğrafyalara aktarıldığı, tarım ve gıda piyasalarının açık tutulduğu, doğal dengeyi daha çok bozmadığımız ve bozulanı düzeltmeye çalıştığımız bir dünya için bugün başlayacak Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi (COP 27) belki bir başlangıç olabilir.
Belki…