Son günlerde döviz fiyatlarında artış, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin en net göstergesi.
Bütün bu yaşananlara rağmen siyasi iktidar, Türkiye ekonomisi için pembe tablolar çizmeye, olanı ekonomiye saldırı var diyerek ötelemeye çalışıyorlar. Ama gerçek bu değil.
Türkiye 2018 yılından bu yana ciddi bir ekonomik krizi yaşıyor. Ekonomideki tüm veriler, bu krizi teyit ediyor.
İşsizlik oranı her ay artıyor, enflasyon tüm çabalara rağmen çift hanede. Döviz fiyatları yükseliyor, üretim düşüyor. Yatırım azalıyor, yabancı sermaye ülkeye gelmiyor, yerli sermaye yurt dışına çıkıyor.
• • •
İşte ülke olarak koronavirüs salgınına bu kötü koşullarda yakalandık. Kötü olan ekonomik koşullar daha da ağırlaştı salgın koşullarında.
Salgın nedeniyle kapanan işyerleri, issiz ordusuna katılan yüzbinler ve nihayet devletin bütçeden vatandaşına yardım yapacağına, vatandaşını yardım yapmaya çağırmak durumunda kalması.
Uzmanlar, salgının ekonomik alandaki daha ağır etkisinin önümüzdeki aylarda ortaya çıkacağını da söylüyorlar.
İşte bütün bu tablo ekonomide tablonun söylendiği gibi parlak olmadığını söylüyor.
• • •
Eğer bugün doların fiyatı 7,25 TL’yi gördüyse bunun nedeni, siyasi istikrarı korumak uğruna yok saylan hukuktur, demokrasidir.
Ve ekonomik alanda karşı karşıya olduğumuz acı gerçekler, birer sonuçtur.
Karşı karşıya kaldığımız bu ağır sonuçların nedeni ise Türkiye’nin değişen anayasa ile birlikte geçtiği yeni yönetim sistemidir. Türk Tipi Başkanlık Sistemi olan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”, başta güçler ayrılığı olmak üzere, devletin tüm bağımsız kurumlarının hızla partilileşmesine yol açtı.
Özellikle yargının, yürütmenin bir yönetim aracı olarak kullanılmaya başlaması ile birlikte ekonomik veriler adım adım kötüleşmeye başladı. Çünkü bu hukukun yani geleceğe güvenin ortadan kalması anlamına geldi.
Ortak karar alma süreçlerini ortadan kaldırıp, her şeyin merkezden bir lider ve onun çevresindeki dar kadroyla yönetilmeye başlamasından itibaren evrensel ölçüde sahip olunun tam kurum ve değerler aşınmaya başladı. Bu tablonun sonuçlarının en net görüldüğü alan ise ekonomi.
• • •
Medyadan takip ettiğimiz kadarıyla Türkiye yurt dışından kaynak arıyor. İki seçenek var. Biri yüksek faizli borçlanma, diğeri ise IMF ile anlaşma.
İktidarın tercihinin ilkinden yana olduğu açık. Çünkü IMF ile anlaşma demek, gelecek kaynağın nerelere ve nasıl harcanmasının denetimi demek. Keyfiliğe bu kadar alışmış bir iktidarın bu nedenle, IMF denetimini kabul etmesini beklemek hayalcilik olur.
Bu koşullar değişmediği sürece yüksek faizli borçlanma, ekonominin orta vadede düze çıkması değil sadece günü kurtarmasına yarar.
Oysa ülkenin de ekonomin de kurtuluşu demokrasi ve hukuka dönüştedir.