Haldun Solmaztürk
Büyük bir problemimiz var—ve onu anlamak zorundayız.!
“Benim ülkemde şu anda böyle bir sıkıntı yok. Biz huzurluyuz. Biz rahatız.”
Einstein’ın “Bir problemi çözmek için bir saatim varsa, 55 dakikayı onu anlamaya ayırırım” dediği rivayet edilir. Aksi halde ya doğru problemi yanlış çözersiniz, ya da—daha kötüsü—yanlış problemi çözmeye uğraşırsınız. En kötüsü de yanlış problemi yanlış çözmeye çabalamak..
Siyasette de böyledir.!
Örneğin; CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu, ‘yürek yetme’ tartışmasında, “[İstifa] etsin demeyeceğiz, çünkü cumhurbaşkanı seçilmiş[tir]. Sandıkta halkın takdirine sunacağız” diyor.
Tam Einstein-lık bir durum.!
Yanlış problemi, yanlış çözmeyi öngörüyor…
‘Tek karar vericili’ siyasi sistemlere hakim olan, ‘liderin’ güçlü ideolojisi, o ideolojiyi hayata geçirme kararlılığı ve siyasi iradesidir. Uzlaşma ve fikir birliği aramak yerine, partisini ve kamuoyunu ‘şahsi’ davası için seferber etmeye, şahsi davasıyla özdeşleştirmeye çalışır.
Burada kilit kelime ‘şahsidir’… Şahsi davası, şahsi inancı, şahsi iradesi, şahsi kararı; tekil.!
Görünüşte, doğru (!) kararların kolayca ve süratle alındığı yanılsaması vardır. Ama, ‘günü kurtarma’ ötesinde plan, program, danışma, gerçek karar alma süreçlerinin yokluğunda; hatalar, başarısızlıklar, sonu gelmez ‘düzeltmeler’ rutin hale gelir. Danışmanlar, liderin basit uzantılarına dönüşürler. Giderek kurumlar ölür, ‘kuralsızlık’ kural olur ve şahsi yönetim yerleşir.
Uygar, çoğulcu bir toplumda bu tür liderler kök salamaz. Ama bazı toplumlarda, tarihi-sosyal koşullar onları iktidara getirebilir; siyasi güç tek ‘şahısta’ toplanır, sistem ‘kişi kültüne’ dönüşür. Artık tek karar verici siyasi sisteme—devlete—şahsi iradesini dayatabilir.
Bu aşamadan sonra, ‘şahsın’ davranışını iki değişken belirler: rasyonalite ve ortama duyarlılık…
Rasyonalite, amaç-araç ilişkisi bağlamında ‘gerçekliğin’ nasıl algılandığıdır.
Duyarlılık, ortam ‘bilgisinin’ ve diğer ‘girdilerin’ karar almada dikkate alınıp alınmadığıdır.
Gerçekliği algılamada rasyonel olmayan, sistemdeki ‘diğer’ aktörlerin—figüranların—girdilerine kapalı tek adam rejimlerinde, ‘şahsın’ siyasi davranışı kesin, kararlı, öngörülebilir ve keyfidir.
Evet…! İlk kez biz yaşamıyoruz.
Siyaset biliminde, tipik bir ‘déjà vu’ hali bu.!
‘Özgür’ bile olmayan ülkenin “İleri demokrasi” olduğuna inanıyor; hatta ‘demokratik kurumların işleyişindeki bozulma’ nedeniyle Türkiye’yi izlemeye alan AB büyükelçilerine böyle söylüyor.
AİHM—ve Anayasa Mahkemesi—kararları “Bizi bağlamaz” diyor, hatta mahkemelere “AYM kararlarına direnin; o zaman AYM kararı boşa çıkacaktır” diye akıl (!) veriyor, ama “Hukuk devleti olduğumuzu” iddia ediyor. (Aslında ‘hukukta’ 128 ülke arasında 107’nciyiz.)
Akla ve bilime aykırı ‘faiz-enflasyon’ aforizması malum…
Ekonominin hali ortadayken ‘dip’ değil ‘pik’ yaptığımızı iddia ediyor, hatta dükkanlar, şirketler için “Kapanan falan yok. Herşey ortada” diyebiliyor. (Herşey elbette ortada da, algı farklı.!)
Kontrol altına alınamayan pandeminin ortasında, kalabalıklara ‘çay’ dağıtıyor. Pazarcının ‘Gel vatandaş’ diye bağırması yasak; ama AKP il kongrelerinde her şey serbest.!
“Salgına rağmen, kapalı salonları tıklım tıklım dolduranları” tebrik ve teşekkür ediyor; eleştirenlere de “Bizim muhabbetimizi sindiremiyorlar” diyor. Aynen böyle.!
En vahimi “Benim ülkemde şu anda böyle bir sıkıntı yok. Biz huzurluyuz. Biz rahatız.” lafı…
Tek karar vericinin, ülke ve dünya gerçekliğinden bu derece kopuk olması çok ciddi bir sorun…
Doğru anlamazsak çözemeyiz. Nitekim çözemiyoruz.!
Problemimiz, o karar vericinin çevresinden—iç ve dış ortamdan—zihni ve duygusal kopukluğu.. Bunları siyaseten söylüyor da olabilir; ama vücut dili, üslubu, söylemin içeriği aksini anlatıyor. Rasyonel değil, şahsi korku ve kişisel tehdit algısına göre, hayatta kalma içgüdüsüyle davranıyor.
Bu sorun, sadece seçimle, ya da sadece sokağa dökülmekle çözülemez. Ayak-üstü, karalama notlardan yapılan, üstünkörü, monoton konuşmalarla hiç.!
Siyasi iradeye, pratik zekaya, yetkin ve becerikli kadrolara, akılcı iletişime, virüs-aşı analojisini kullanırsak, ‘siyasi antikor’ üretecek yaratıcı bilimsel yöntemlere ve bir stratejiye ihtiyaç var.
Ama önce bu problem üzerinde ‘55 dakika’ düşünmeli, problemi anlamalı—VE anlatmalıyız.
Bu problem sadece ‘bizim’ değil, ‘onların’ da…
Yanlış problemi, yanlış yoldan çözmeye çabalıyoruz.!