Hatime Kamilçelebi
Bulgarlar, asgari ücret ve mutluluk
Türk Lirası’nın dolar karşısında değer kaybı ve yüksek enflasyon sebebiyle Türkiye’de yaşayan alt gelir grubu ciddi sıkıntı içinde. Asgari ücretin açıklamasından önce özellikle medyada belli bir grup, asgari ücretin dört bin liradan düşük belirleneceği yönünde haberler yaptı. Asgari ücret ise yapılan tahminlerin üstünde belirlendi. Dört bin liranın altında olacağı beklenen asgari ücret, tahmin edilenden daha fazla belirlendiği için işçiler üzerinde bir nebze de olsun memnuniyet yarattı denilebilir.
Peki bu memnuniyet sürer mi bir bakalım. Buna davranışsal ekonominin temellerini oluşturan teorilerinden biri olan beklenti teorisiyle açıklık getirelim. Beklenti teorisine göre bireyler kayıptan kaçınırlar, çünkü aynı miktar kaybın acısını aynı miktar kazancın mutluluğuna kıyasla iki kat fazla hisseder. Kazanç ve kayıp durumunda insanlar zihinlerinde bir referans noktası belirler ve gerçekleşenin bu noktanın altında veya üstünde olup olmadığına göre hissiyatları değişir. Örnekle açıklamak gerekirse, asgari ücret açıklanmadan önceki tahminlerin çoğunluğu dört bin liranın altında olduğu için referans noktalarının bu rakam olduğunu varsayalım. Dört bin liranın üzerinde açıklanan asgari ücret, zihinlerindeki referans noktası olan dört bin liranın altındaki rakamla kıyaslandığında bu durum insanlarda ekstra bir kazanç olarak algılanıyor ve beklenenden daha fazla memnuniyet yaratabiliyor. Fakat evdeki hesap çarşıya uydu mu? Uymadı. Vatandaş marketlerde, pazarlarda, fırın vb. yerlerde karşılaştığı zamlarla enflasyonu cebinde hissediyor, satın alma güçleri her geçen gün azalıyor. Tam da bu noktada çevresindekilerle daha fazla kıyaslama yapmaya başlıyor. Fakat nedense bu kıyaslama Türkiye’deki üst gelir grubuyla değil de Türk lirasındaki değer kaybı nedeniyle malları çok ucuz bulan ve ülkemize gelerek alışveriş yapan Bulgar vatandaşlarıyla yapılıyor. Nedense dememin sebebi üst gelir grubunun zenginliğine zenginlik katması o kadar kanıksanmış ki artık bu konuda yapılacak bir şey olmadığını düşünerek kendilerini çaresiz hissedip bu yolu denemiyorlar. Ne var ki “Bulgar vatandaş neden sepetlerini doldururken biz dolduramıyoruz?” diye yakınıyorlar. Oysa Türkiye’de üst gelir grubuna/işverenlere ödeyecekleri vergilerde genellikle kolaylık sağlanıyor. Gelirine oranla en fazla vergiyi memur ve işçiler ödüyor diyebiliriz. Bunlar da konuşulmuyor değil elbette ama Bulgar vatandaşlar ile ilgili asıl memnuniyetsizlik nerede başlıyor biraz bundan bahsedeyim.
AB’ye girmeden önce Bulgar vatandaşlar ucuz iş gücü ve yoksul olarak görülürken, şimdilerde Bulgar vatandaşların Türkiye’deki alt gelir grubundan daha iyi yaşam standardı ve asgari ücrete sahip olduğu biliniyor. Bulgar vatandaşların sınır komşusu Türkiye’ye gelip alışveriş yapmaları memnuniyetsizlik yaratıyor, sosyal medyada tartışılıyor, haberler yapılıyor. Trakya esnafı bu durumdan şikayetçi değilken, halk kendisinden daha fazla alışveriş yapan Bulgar vatandaşlarına neredeyse ah eder durumda. Bu durum yine davranışsal ekonomide sıklıkla yer verilen gelir kıyaslamasının yarattığı memnuniyetsizlikle açıklanabilir. Bu kıyaslamalar genellikle benzer işlere sahip veya benzer statüdekilerle yapılıyor. Örneğin, biri diğerinden daha fazla maaş alıyorsa memnuniyetsizlik ortaya çıkıyor. İnsanlar diğerlerinden daha fazla maaş alabilmek için daha az gelir elde etmeye de razı oluyorlar. Bir başka deyişle aynı işi yapacağınız, sizin dört bin lira aldığınız ama diğerlerinin dört bin beş yüz lira aldığı bir işte mi çalışırsınız yoksa, sizin üç bin beş yüz lira alacağınız ama diğer çalışanların üç bin lira alacağı bir işte mi çalışırsınız sorusuna mutlak olarak daha düşük ama görece daha yüksek olan maaş olan üç bin beş yüz liralık işte çalışmayı tercih ediyorlar. Burada mantıktan ziyade duygular devreye giriyor. İnsanlar kendilerini diğerleriyle kıyaslıyorlar ve aynı seviyede iş yapmalarına rağmen yaşam kalitesini artıracak bir maaş yerine daha düşük bir maaşı diğerlerinden üstün hissedeceği için tercih ediyorlar, aksi bir durum onlarda memnuniyetsizlik yaratıyor. Bulgar vatandaşlarla da durumumuz bu örnektekine benzer hale geldi. Asgari ücretleri ve satın alma güçleri Türkiye’dekinden daha yüksek ve TL’nin değer kaybetmesi dolayısıyla Türkiye’ye gelip daha fazla alışveriş yapabiliyorlar. Burada ülkelerine göre ucuza alışveriş yapıyorlar diye Bulgar vatandaşlara yüklenmenin bir anlamı olmadığı gibi sınır komşumuzun ülkemizden ucuza alışveriş yapması onların “suçu” değil!
Bu duruma perspektif alıp şöyle de bakabiliriz. Birkaç yıl önce Ege kıyılarından daha ucuza tatil olanakları sunan Yunan adalarına gidip tatil yapıp alışveriş yaparken acaba Yunanlılar da “Türkler de gelip sepetlerini doldurup ülkelerine geri döndüler, biz bu kadar alamıyoruz” demişler midir? Yunanlılar da memnun olmamışlardır belki emeklerinin bu kadar ucuzlaşmasından. Gürcistan’dan da ucuz malları toplayıp ülkeye dönülmedi mi? O zaman Gürcü ve Yunanlardan ucuza aldığımız mal ve hizmetler mutlu ederken şimdi Türkiye’de aynı şey yapılınca neden hayıflanılıyor?
Peki alt gelir grubunun mutlu olmaya hakkı yok mu? Mutluluk ekonomisi çalışmalarından biliyoruz ki yüksek gelir mutlulukla pozitif yönlü ilişkili. Bir başka deyişe gelir arttıkça mutluluk da belli bir seviyeye kadar artıyor. Alt gelir grubundaki bireylerin birbirlerinin mal sepetlerini kıyaslamayı bırakıp bunun sebeplerinden birinin uygulanmayan bir makro ekonomik politikadan kaynaklandığını, en azından üst gelir grubunun da iş gücüne ciddi anlamda destek olarak elini taşın altına koyması gerektiğini görmesi gerek! Üst gelir grubunun/işverenlerin çalıştırdıkları işçilerin bir aylık emeklerinin karşılığının, bir akşam gittikleri restorana ödedikleri hesaptan daha düşük olduğunun farkına varmaları, alt gelir grubunun da restorana bırakılan hesap kadar maaşla idare etmesini kanıksamaktan ve gelirini yine akran gelir grubuyla kıyaslayarak mutsuz olmaktan vazgeçmesi gerek! Ayrıca biliyoruz ki yetersiz beslenme insanların fiziksel gelişimini ve zihinsel kapasitesini olumsuz etkilemektedir. Belirlenecek politikalarla, alt gelir grubunun maaşları, satın alma güçlerini daha fazla azaltmadan, belli bir yaşam kalitesine, yaşanabilir alana/çevreye ve yaşam kabiliyetine kavuşacak şekilde artırılırsa mutlulukları, yaşam süreleri ve zihinsel kapasitelerinin de artışı sağlanacaktır.