Emel Yıldırım
BU BÖYLE GİTMEZ
Nerden tutsan elinde kalıyor. Adaletsizlik, haksızlık almış başını gidiyor. Hangi birini saymalı. Herkes herşeyi görüyor, çürümüşlük apaçık ortada. Rahmetli Ecevit’in döneminde bir esnafın yazarkasayı başbakanlığın önüne atması büyük isyan olarak görülmüştü. Şimdi her şehirde esnaf eylemde.
İnsanlar “geçinemiyoruz” diye haykırıyor, çiftçiler traktörlerini yakıyor, işsizler kendilerini yakıyor, gençler gelecek kaygısının bunalımıya intihar ediyor, bitmiyor, bitmiyor, hergün ayrı bir dram… Ama gözler kör, kulaklar sağır.
Her gün, her an, mutlaka yüreğimizin tam orta yerine oturan öylesine ağır olaylarla, açıklamalarla, tehditlerle karşılaşıyoruz ki, gözümüzün içine baka baka öyle büyük yalanlar söyleniyor ki, kabaran isyanımızı, öfkemizi, acımızı ifade edecek gücümüz kalmıyor. Yüreğimiz sıkışıyor, yutkunuyoruz. Bir kez daha, bir kez daha yutkunuyoruz. Adeta sistematik işkence altındayız.
Çiftçiler, köylü kadınlar, madenciler, “ahlaksızlık” palavrasıyla işten atılanlar, hak arayanlar, adalet arayanlar, anneler, babalar, yaşlılar, itilip kakılıyor, hakarete uğruyor, alay ediliyor, dayak yiyor, hapse atılıyor. Milletvekilleri, gazeteciler sokak ortasında dövülüyor. Ne hak tanıyorlar, ne hukuk.
Çocukluklarını, gençliklerini iyi bir üniversiteye girmek, başarılı olmak uğruna gönlünce yaşayamayan gençler sonunda binbir emekle amaçlarına ulaşıyor ama iktidar rahat vermiyor. Durduk yerde üniversitenin dengelerini bozuyor, ortalığı karıştırıyor, ne öğrencilerde ne de akademisyenlerde huzur kalıyor. Yıllarını bilime adamış entellektüeller, pırıl pırıl gençler o bilim yuvasını korumak için günlerdir direnişte. Ülkenin gözbebeği üniversite, cahillerin aşağılık kompleksine kurban ediliyor. Bu kompleks bitmez. İstersen paraya boğul ama bilgi, görgü, kültür, zevk parayla satın alınamıyor.
5 yıldır PKK’nın elinde rehin tutulan 13 yurttaşı kurtarma operasyonunda rehinlerin hepsi ve 3 asker şehit oluyor. Ölümler sorgulanırken, güç gösterisine ve siyasi şova kurban edilmiş başarısızlık ortadayken ve yürekler yanarken, cumhurbaşkanı aynı gün fıkralar anlatıyor, kendince espriler yapıyor, kongre salonundan şehit annesi aranıyor. İçimiz daralıyor, biz utanıyoruz, onlar utanmıyor.
Salgın hastalık almış başını gitmiş insanlar can derdinde, ne zaman geleceği belirsiz tek tip aşıya mecbur bırakılmışız herkes aşı beklentisinde, kısıtlamalar yüzünden işyerleri kapatılmış esnaf borç içinde, işsiz kalanlar umutsuzca iş peşinde, halk geçim derdinde ama ülke karnaval yeri. Cenaze ve düğünlere 30 kişiden fazla katılımı yasaklayan cumhurbaşkanı, binlerce kişinin katıldığı AKP il kongrelerini yapıyor, tüm yandaş kanallar bu çifte standartı coşkuyla halkın gözüne sokuyor, Erdoğan, salon lebaleb dolu diye böbürleniyor. Hiç çekinmeleri yok. Başkalarına yasak, kendilerine serbest. Başkalarına ceza, kendilerine övgü.
Bu saçmalıklardan, açgözlülükten, cehaletten, utanmazlıktan, şımarıklıktan çok yorulduk.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “şahlanış dönemine giriyoruz” dediği bu muydu? Gerçekten tuhaf bir kara mizah ülkesi olduk. 1100 odalı sarayda oturan, 1500 kişilik koruma ordusu olan Erdoğan’ın “Siyaseti başkaları gibi sırça köşklerde değil milletimizin arasında milletimizle birlikte yapacağız” demesine ne demeli?
Öylesine koptular ki gerçeklikten ve halktan, şuursuzluk dizboyu. Bu kopuşla Ay’a mı giderler, ne yaparlar bilinmez. Bilinen tek somut gerçeklik; oyları hergün eriyor, bunu tersine çevirmek için ne yapsalar olmuyor. Artık çoğunluğu değil, azınlığı temsil ediyorlar. Bunun farkındalar. Bu kadar şuursuzluk, iktidarı kaybetme paniğinden kaynaklanıyor. Panik arttıkça şuursuzluk daha da artacak, belli. Ancak her gelişin bir gidişi olacağı da belli. Seçimlere az kaldı, bu böyle gitmez.