Haldun Solmaztürk
Böyle, acemi nalbant gibi ülke yönetilmez!
Bir sonraki seçime endeksli siyaset yapma anlayışıyla devlet yönetimi bu kadar oluyor.
Suriye’ye beşinci operasyonla, “Tel Rıfat ve Münbiç’i teröristlerden temizleyecek”, böylece hem terör koridorunu bozacak hem de oralara sığınmacıları yerleştirecekmiş…
Bu aklı kimler verdiyse yanlış vermiş!
Bir: Ruslar ‘ikinci’ operasyon sırasında Tel Rıfat’a girilmesine izin vermemişti—hâlâ öyle!
İki: Amerikalılar ‘ikinci’ operasyon sonrası Menbiç’e girilmesine izin vermediler—hâlâ öyle!
Üç: Üçüncü operasyonda Amerikalılar ve Ruslar—ve tüm dünya—Türkiye’nin karşısına dikilip operasyonu durdurdular. Hatta Trump birilerine ‘Aptal olma’ diye mektup yazdı. Hâlâ öyle!
Dört: Dördüncü operasyonda, Rusya’ya savaş ilan ettikleri gün verilen ağır zayiatı ve ‘onur kırıcı’ koşullarda imzalanan Moskova ateşkesini unutmuş görünüyorlar.
Beş: Hava sahası kontrolü olmadan siyasi ve askeri riskleri ve zayiatı göze alıp bu kentleri ele geçirseniz de ‘terör’ devleti varlığını sürdürmeye ve tehdit olmaya devam edecektir.
Altı: Tüm dünyayı bir kez daha karşımıza alıp ülkeyi daha da yalnızlaştırır, ekonomiyi iyice batırırken; sığınmacı sorunu hafiflemeyecek, daha da ağırlaşacaktır.
Pekiyi hiçbir faydası olmayıp aksine mevcut durumu daha da beter hale getirecekse o zaman bunlar bu akıl dışı işe niçin kalkışıyorlar…?
Cevabı bu meşum maceranın başladığı yıllarda…
Aralık 2010’da Tunus’ta karışıklıklar başladığında, Türkiye ve Suriye bir ‘Terörle Mücadele’ Anlaşması imzaladılar. Bir ay sonra Mısır’da Mübarek, iktidarı ‘Müslüman Kardeş’ Mursi’ye bırakmak zorunda kaldığında Başbakan Tayyip Erdoğan, Anlaşmayı Meclis’e göndermişti bile.
Anlaşma onaylandı ama bizimkilerin aklı da karıştı. Çünkü Suriye’de de çatışmalar başlamıştı.
O sırada ne IŞİD ne de PYD/YPG palazlanmış, azgınlaşmış, devletleşmişti! Ne terör koridoru vardı ne de Suriye nüfusunun yarısına bakmak, beslemek zorundaydık?
Erdoğan, Davutoğlu’nu Şam’a gönderdi—CHP ile koalisyon görüşmelerine gönderdiği gibi. Davutoğlu, Esat’a—safiyane—nasihat etti ama o günlerde kurulan ÖSO Esat’ı ürkütmüştü.
İki ay geçmeden, Kaddafi’nin konvoyuna önce Amerikan SİHA’ları, sonra Fransız savaş uçakları taarruz etti. İşi ‘kahraman’ Libyalılar bitirdi, Kaddafi’yi infaz ettiler.
Sonra ip koptu…!
Erdoğan 5 Eylül 2012 günü o konuşmayı yaptı:
“İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde özgürce dua edeceğiz”.
Esat, bu sözlerde Türkiye’yi yönetenlerin gerçek niyetini, Kaddafi’de de kendi geleceğini gördü ve direndi.
Türkiye—Terörle Mücadele Anlaşması’nı yok sayarak—Suriye hükümetinin ‘terörist’ saydığı silahlı, teşkilatlı ve dış destekli gruplara açıktan, askeri, siyasi ve lojistik destek verdi. Suriye hükümeti, ÖSO, radikal dinci gruplar ve IŞİD karşısında sıkıştıkça kuzeydeki topraklarını PYD’ye bırakmak zorunda kaldı. Akla ziyan ‘ensar-muhacir’ politikası da bizi bugünlere getirdi.
Sınırlarımızın içinde ve ötesinde, yıllardır ‘her türlü’ ihtiyaçlarını karşıladığımız milyonlarca insan var. Cerablus’u, El Rai’yi, El Bab’ı “Eğitimden sağlığa, alt yapı ve üst yapısıyla” ayağa kaldırdık. Hastaneler, okullar, camiler, evler yapıyoruz. Muhtardan valiye maaşlarını ödüyoruz. Şimdi sıra Münbiç, Ayn el Arab, Tel Abyad, Rasulayn, Kamışlı’da—böyle diyor.
Ama, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve üniter yapısına saygılıyız.
“Kardeşlerimizin aydınlık bir gelecek kurmalarına yardımcı olmaya gidiyoruz”, kendi geleceğimiz kararmışken…!
Üstelik, ‘Suriyeli sığınmacılar’ sorunlar yumağının sadece küçük bir kısmı!
İşte ülke böyle yönetiliyor—hiç öğrenmeden, ders almadan, beceriksizce!
Türkiye’nin ulusal çıkarları Suriye’nin toprak bütünlüğü ve üniter yapısının tekrar tesis edilmesini gerektiriyor. Bunun için, Şam hükümetiyle—ve Rusya’yla—samimi ve etkin siyasi ve askeri işbirliği dışında bir yol olmadığını bir türlü anlayamıyorlar.
Böyle bir yönetimin ağır sonuçlarına hepimiz katlanmak zorunda kalıyoruz.
Kibirli, afralı tafralı, anlamsızca biteviye tekrarlanan ve artık küfürlü nutuklar da cabası…