Haldun Solmaztürk
“Biz yeni bir devlet kuruyoruz; kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır.!”
Geçen Ağustos, Amerika’da bir kitap yayınlandı: Dört Tehdit.! (Four Threats; Mettler & Lieberman) Kitap, Amerikan demokrasisinin altını oyan dört tehlikeyi anlatıyor: Siyasi kutuplaşma, ayrımcılık, ekonomik eşitsizlik, yürütme gücünün kontrol edilememesi.
Bunlar—tek tek veya birlikte—eşit ve özgür seçimleri, hukukun üstünlüğü—yani kanunların herkese eşit uygulanması, muhalefetin meşruiyeti, haklar ve özgürlükleri tehdit ediyorlar.
Aynen bizde olduğu gibi.!
O zaman yürütme, denetlenemeyen gücünü ‘siyasi silah’ olarak kullanıyor. Kutuplaşma, muhalefetin şeytanlaştırılmasına ve siyasi muhaliflerin “Vatan yansa ateşinde ısınacak kadar gözü kararmış güruh” ya da “Başı ezilecek zehirli yılanlar” olarak sunulmasına olanak veriyor. Böylece hukuk-dışılık, kanun-tanımazlık, siyasi ahlaksızlık, baskı, şiddet meşrulaştırılıyor.
VE demokrasi ölüyor…
Yazarlara göre asıl sorun, bu dört koşulun Amerika’da aynı anda ortaya çıkması ve böylece harekete geçirilen—başlatanların da kontrol edemediği—siyasi ve sosyal dinamikler.
ABD Başkanı Trump önce, tekrar ‘seçilebilmek’ için yabancı bir ülkenin yardımını istemiş, Amerikan askeri yardımını şantaj aracı olarak kullanmıştı. Ortaya çıkınca örtbas etmeye çalıştı. Temsilciler Meclisi’nde ‘görevi kötüye kullanmaktan’ mahkûm oldu, ama Senato’da aklandı.!
İkinci mahkumiyeti, halkı ‘Amerikan hükümetine karşı ayaklanmaya teşvik’ etmekten… Kaybettiği seçimin ‘çalındığını’ iddia ederek, taraftarlarıyla Kongre’yi basıp kendini tekrar başkan ilan ettirmek istedi. Yine, ‘iktidarda kalmak’ için.!
Amerikan sistemi—kurumları, kuralları, demokrasi kültürüyle—direndi. Trump başaramadı, ama koşullar oluştuğunda, Amerika’da bile ‘demokrasinin’ altının oyulabileceğini tüm dünya gördü.
Türkiye’de de tam olarak böyle bir süreç yaşıyoruz.! Dört tehdit bir araya geldi; harekete geçen güçlü dinamikler var. Ancak, içi boşaltılmış kurumlar—sistem—yürütmeye (!) direnemiyor.
Türkiye’deki siyasi sistem, sonuçta—Amerika’dan farklı olarak—bir parti-devletine evrildi.!
Devlet-partisi, muhalefeti gayri-meşru görüyor; eşit ve özgür seçimlere fırsat vermiyor, kanunları ‘seçici’ uyguluyor, kuvvetler ayrımını reddediyor, temel hak ve özgürlükleri tehdit ediyor.
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı’na yapılan organize saldırının faillerinin, ‘mağdur olmamaları’ için serbest bırakılmaları, saldırının kendisinden de vahimdir.
Salgında, kapalı ortamda, toplu etkinlikler herkese yasak; ama Parti her türlü kuraldan muaf…
Cumhurbaşkanı, ‘Parti’ kongrelerine ‘Cumhurbaşkanı’ sıfatı ve forsuyla katılıyor.! Aleni…
Anayasa’yı ve Anayasa Mahkemesi kararlarını bile yok sayıyor, “Bizi bağlamaz” diyor.
Parti görevlileri—başkan yardımcıları, parti sözcüsü, il/ilçe başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları—devlet yetkisi, gücü ve dokunulmazlığıyla, ‘Parti’ için, ‘Parti’ adına çalışıyorlar.
Her kurumda Partiden ya da Parti ‘komiserı’ olsun isteniyor; valiler, kaymakamlar, savcılar, hakimler, rektörler, dekanlar, askerler, diplomatlar, baro başkanları, meslek odaları yöneticileri. Herkes.!
Artık üst düzey bürokratlar, Parti-Devleti’nin ‘resmi’ etkinliklerinde, ‘rabia’ selamı veriyorlar.
Herkesten sadakat ve teslimiyet bekleniyor.!
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’ndan bile…!
Hatırlar mısınız, yıllar önce biri “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz; beğenin beğenmeyin, bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır. Bu yeni bir inşa sürecidir” demişti?
Muhterem, geçen Temmuz ayında Cumhurbaşkanlığı ‘danışmanı’ olarak atandı. Demek ki inşa sürecinde son çiviyi çakıp, noktayı koyma aşamasına gelinmiş. O da ‘anayasa’.
Sistem-karşıtı parti, elbette ‘demokratik’ sistemi değiştirecek bir anayasa peşinde.!
O kadar ki, özünde ‘tek parti’ anayasası olan 1924 Anayasası bile değil, 1921 Anayasası’nı, onun da—henüz dillendirmiyorlar—Abdülhamit’in Kanun-i Esasisi’ni esas alan ilk şeklini istiyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar bu kadar ciddi bir tehditle hiç karşı karşıya kalmadı—getirilmedi. Tarihi bir krizin ortasındayız. Buna odaklanmalı, çözüm üzerine kafa yormalıyız.
Sağda solda ‘Çoğunlukları yok ki!’ deyip havaya bakıp ıslık çalanlar var.
Onlar da biliyorlar ‘referanduma götürecek’ çoğunlukları olmadığını.
‘Bize yeterli oy verin, gelelim değiştirelim’ diyecekler—2015’te yaptıkları gibi.!
Erken seçimin yolunu yapıyorlar.