Haldun Solmaztürk
“Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş. İslam adına istiyoruz.!”
Bursa Osmangazi Müftülüğü organize etmiş. Ankara’da görevli imama Bursa’da vaaz verdiriyorlar—Bursa’da imam kalmamış gibi.
Muhteremi dinleyince anlıyorsunuz niçin onun seçildiğini: belli ki öfkesi, nefreti, kini daha fazla…
Histeri nöbetinde gibi, “Allah o makamı geri getirsin bize. Bunun için çalışacağız. Ümmeti bir arada tutmak için çalışacağız” diye bağırıyor—tükürükler saçıyor, kürsüye vuruyor.
İç geçiriyor, “Ah İslam kaim olsaydı, ah bu dinin bir başı, bir sahibi olsaydı. Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş. İslam adına istiyoruz” diyor.
Aslında vaazı açıkça “Halkın bir kesimini diğerine alenen kin ve düşmanlığa tahrik”.
Devlet memuru ama siyaset yapıyor—üstelik camide, cübbesi ve sarığıyla, cemaatin önünde.
Nasıl bir nefret ki hiç bitmiyor.!
Bitmiyor, çünkü bitirmiyorlar…
Asıl sorunları Cumhuriyet’le.!
Geri istedikleri makam ‘hilafet’; dava dedikleri bu…!
Cumhuriyet’e olan kin ve nefretlerinin merkezinde Atatürk, hedeflerinde Atatürk’le özdeşleşmiş her şey var.
Onlardan biri Atatürk’e ‘firavun’ demesiyle tanınıyor. “Kuşkusuz en etkili ve evrensel silah kelimedir” diyor, dediğinin de hakkını veriyor. Her fırsatta “Yaşasın Şeriat” sloganları atıyor. Sahnede, Cumhurbaşkanı’nı kıramadığı (!) için ‘o ünlü’ selamlamasını yapıyor, salonu “Türkiye özeline ait olmak üzere anti-firavunist bilinçle” selamlıyor. “Ne mutlu Müslümanım diyene” sloganını, arkasında dinelen Erdoğan da mütebessim alkışlıyor.
Erdoğan Genelkurmay Başkanı ve MİT müsteşarını o ‘Müslüman’ arkadaşa edebiyat (!) sohbetine gönderiyor. Ama genelkurmay başkanının sivil elbiseyle gelmesine alınıyor, “Neden üniformayla gelmedin” diye sitem ediyor. (MİT, ‘milli’ istihbarat teşkilatı kısaltması.)
Ölümünde, adı sokaklara veriliyor, Cumhuriyet’in valileri “Edebiyatın güçlü kalemi, fikir adamı, üstad” diye anma mesajları yayımlıyorlar. Aslında üstad ‘davanın’ adamı.! Nitekim Erdoğan kendisini “Kalbi Kudüs aşkıyla yanıp tutuşan bir dava adamı olarak” anıyor.
Bir başkası ‘fesli’ olarak tanınıyor. Hayatı boyunca Mustafa Kemal’e hücum ederken “Yılanı tuttuğu zevki almış, yılan kafası eziyormuş gibi kürsüyü yumruklamış”. Kürsüye vuruyor, “Anadan doğma anti-Kemalistim”, “Husumetinizi taze tutun, Allah için öfke” diyor.
“Sizin nesliniz İslam’ın galebesini, küfrün yıkılışını, heykellerin köpek leşi gibi sürüklendiğini görecek inşallah. O gün beni hatırlayın” sözleri kulaktan kulağa, kürsüden kürsüye aktarılıyor.
Cübbesiyle ziyaretine giden Diyanet İşleri Başkanı’nı “Şeyhülislam gelmiş” diye karşılıyor.
Nihayet Ayasofya’yı müze olmaktan ‘kurtarıyorlar’, o Şeyhülislam (!) kılıçla minbere çıkıyor, yeşil bayraklar altında, anti-Kemalist arkadaşa rahmet okurken “Vakfedenin şartını çiğneyenin” yani Ayasofya’yı müzeye çevirenin “Lanete uğradığını” söylüyor.
Mehdi’yi ‘bekleyen’ Cumhurbaşkanlığı askeri başdanışmanı ile birlikte ‘ümmet’ devleti kurmak için çalışan, “Müslümanların fikri ve siyasi birliklerini tesis etmeleri, güvenlik ve savunma teşkilatlarını kurmalarını” ötelenemez bir ‘zorunluluk’ olarak gören de aynı muhterem.
Sonunda ‘Atatürk’ hava limanının ana pisti üzerine ‘hastane’ inşa ederek Atatürk düşmanlığının abidesini de diktiler.
Bursa’daki camide kürsüye vura vura “Biz o makamı [Hilafet’i] geri istiyoruz arkadaş” diye bağıran imam yüz yıldır süregelen—sürdürülen—bir nefretin ürünü, ‘kindar’ kitlelerin sesidir.
Husumetlerini taze tuttular, seçilmiş travmaya dayalı kin ve nefreti dalga dalga büyüttüler.
“Muhammet de bir adamdı, salavat yalakalıktı, şefaat yoktu, Kuran vahiy değildi diyebilsin(ler) diye o makamı [Hilafet’i] kaldırdılar” diyor—kaldıranın ‘kim’ olduğunu o da biliyor cemaat de.!
“O makam hala başımızda kaim olsaydı, çıkıp da ne Resulullah Aleyhisselam’a, ne Şeriat’e, ne Kuran’a, ne başörtüsüne, ne çarşafa, ne sarığa, ne minareye, ne ezana kimse konuşamazdı” diyor.
“İslam adına istiyoruz” lafını, ‘Amin’ diyen kitlelerin sesini ciddiye almalıyız.
Bir tık sonrası ‘Katli vaciptir!’ fetvasıdır.
‘Her oluş bir zamana rehn olunmuştur’ söylemini nesilden nesile aktardılar.
Şimdi o zamanın geldiğine inanıyorlar.