Kubilay Kaptan
Bir Tablonun Anlattıkları “Otomat”
Otomat yalnız başına oturmuş kahve içen bir kadını resmeder. Vakit gecedir, kadının üzerindeki mantodan ve şapkadan anlaşıldığı üzere dışarda hava soğuktur.
• • •
Eldivenlerinin biri hâlâ elindedir, sanki kısa bir süreliğine oturmuş ve hemen kalkacakmış gibi bir izlenim uyandırır. Ama sonra önündeki kahve fincanının haricinde duran boş tabak bize bir süredir orada olabileceğini düşündürür. Pencereye yansıyan tek şey kadının bulunduğu mekânın sert ışıklı aydınlatmalarıdır ve bunun dışında camlarda ne mekanın içinden yansıyan ışıklar dışında bir şey ne de dışarıda bir hareketlilik vardır. Sanki kadını dışarıda bekleyen hiçbir şey yoktur. Resimlerinin çoğunda olduğu gibi Hopper, dramatik gerginliği arttırmak için -anlatı tarzının bir damgası gibi- alanı manipüle etmiştir.
• • •
Görünüşe bakılırsa oda geniştir, boştur ve iyi aydınlatılmıştır. Dekor tamamen işlevseldir; mermer kaplı bir masa, sağlam görünen, siyah tahta sandalyeler ve beyaz duvarlar.
• • •
Kadının yüzünde içe dönük, biraz da korkmuş bir ifade vardır, böyle yerlerde oturmaya alışkın değildir sanki. Belli ki o masaya oturmadan önce yaşamında bir şeyler ters gitmiştir. Kadın her şeyden habersizdir ya, yine de farkında olmadan resme bakan kişiyi öyküler yazmaya davet eder, onun geçmişiyle ilgili ihanet ya da kaybediş öyküleri.
• • •
Kahve fincanını dudaklarına götürürken elinin titremesini engellemeye çalışır. Saat gecenin on biridir, aylardan Şubattır, yer Kuzey Amerika’da bir şehirdir.
• • •
Otomat, hüznün resmidir ancak hüzünlü bir resim değildir. İyi bir melankolik şarkının gücünü taşır. Eşyalar sert hatlıdır, evet, ama mekân tümüyle mutsuzluk taşıyan bir mekan değildir.
• • •
Salonda başka yalnız insanlarda vardır. Toplumdan kopukluk, hepsinde ortak olan duygudur ve bu ortaklık insana yalnız olanın sadece kendisi olmadığını anımsatır.
• • •
Dışarının karanlığında camdan yansıyan ortam ışıkları ve karanlık renklerin tümü birer tutam iç sıkıntısı katar bu tabloya.
• • •
Hopper, en sıradan sahnede bile endişe ve hatta korku hissi uyandırmak gibi tuhaf bir yeteneğe sahiptir. Sayısız roman okurunun ve film seyircisinin gözünde, 1930’ların ve 40’ların Amerika’sında yaşayan yalnız ve yorgun kent sakinlerinin belli bir imajı vardır, hatta Hopper’ın en bilinen eseri olan ‘’Nighthawks’’ tam da bu imajın tuvale yansıtılmış halidir. Gerçekten de sinemayla Hopper’ın resimleri arasında bariz bir etkileşim vardır. Ama Hopper hikâye anlatan bir ressam değildir. Mekân duygusuyla biraz da Chirico’yu hatırlatan resimlerinde insanların bir şeyi neden yaptığına, nasıl yaptığına ve sonra ne gibi sonuçlarla karşılaştıklarına dair hiçbir ipucu bulunmaz. Hopper’da zaman durmuş gibidir. Resme bakıp bunu daha önce nerede gördüğümüzü sorarız kendimize. (Krausse, 2005)
• • •
Ama yine de Hopper, insanın olmadığı her resimde insan varmış gibi davranmaktan kaçınmamıştır. Çünkü, insandan koparılan her kompozisyon, bir tür yalnızlığa itilmiş demektir. Bu yalnızlık, sanatçının resimlerine gizemli bir atmosferi/kozmosu daha radikal biçimde yerleştirmesini sağlamıştır. Kaybolan insanla birlikte gelen yegâne özellik ise, duran zamandır. Fakat aslında durmaz, belirli göstergelerle akmaya devam eder. ‘’Donmuş kalmış’’ diye nitelendirebileceğimiz insanlar, diğer taraftan da bir hareketin temsilini üstlenmiş hissini de rahatlıkla verirler. Bu durum, sanatçının paradoksu benimsemiş yanını öne çıkarır. Karşıtlıkların geriliminden yararlanmayı kendine felsefe edinmiş bir görüntüsü vardır. Kaybolmuş insan, kimi kompozisyonlarında yalnız insandır ve tüm teknolojik vb. gelişmelerden etkilenmiştir. Öznelerin varyasyon kazanmasına özen gösteren Hopper; soğuk, sürrealist bir üslupla geniş manzaraların, yalnız başına duran binaların ve şehir mimarisinin resimlerini yapmıştır. Bundan böyle büyük kent, ona göre ciddi bir yalnızlığın ve sahipsizliğin simgesidir.