Kubilay Kaptan
Bir Tablonun Anlattıkları “Metro”
Mark Rothko, 25 Eylül 1903’te Rusya’nın Dvinsk (Daugavpils, Letonya) kentinde doğmuştur. Asıl adı Marcus Rothkowitz olan sanatçı eczacı baba Jacob Rothkowitz’in dördüncü çocuğudur. On yaşlarında ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden sanatçı iki yıl Yale Üniversitesi’nde liberal sanatlar eğitimi almıştır. Yaşadığı birtakım sıkıntılar neticesinde akademik eğitimle yeterince ilgilenememesi sebebiyle 1923 yılında eğitimini yarıda bırakıp 1925 yılında ise New York’a taşınmaya karar vermiştir.
New York’un Rothko’nun sanat kariyerinde yükselmesinde oldukça etkili olduğu söylenebilir. Orada 1925 yılında New School of Design’da, 1926 yılında ise Max Weber’in Sanat Öğrencileri Birliği’nde tasarım ve resim eğitimi almaya başladı. Aynı yıllarda Sanat Öğrencileri Birliği’ne üye olan sanatçı, The Graphic Bible kitabının illüstrasyonlarını yapmıştır. 1928 yılında Profesör Bernard Kafiol tarafından düzenlenen karma sergide bir eseri sergilenmiş ve aynı sergide yer alan Milton Avery ile yakın bir arkadaşlık kurmuştur. Aynı zamanda sanatçı Avery’den tasarım dersi de almaya ve 1929 yılında ise çocuklara sanat eğitimi vermeye başlamıştır. İlk kişisel sergisini New York’ta Contemporary Arts Gallery’de 1933 Kasım ayında 15’i yağlıboya olmak üzere toplam 22 çalışmayla açmıştır.
Sanatçı, aynı yıllarda Avrupa’da öne çıkan Kübizm, Sürrealizm ve Dadaizm gibi Avangard akımlara odaklanmaktan ziyade gerçekçilikle ilgileniyordu. İlk dönem eserleri ve ilk tek kişilik sergisinde olduğu gibi sonrakilere oranla daha çok gerçekçi portrelerden oluşmaktaydı.
Rothko’nun yaşadığı tecrübelerin yanı sıra yaşam ve sanat anlayışını etkileyen diğer unsurların ise 2. Dünya Savaşı ve Nietzsche olduğu söylenebilir. Nietzsche’nin fikirlerini kendine oldukça yakın bulan sanatçı, özellikle Trajedyanın Doğuşu’ndan felsefi ve sanatsal açıdan oldukça etkilenmiştir. Sanatçının rolünü “yasak toprakları işgal etmenin yükümlülüğü olan yıkım riskini göze almak ve dürtmek” olarak tanımlayan sanatçı, aynı zamanda sanatların birbirini taklit edebileceğine inanmadığını söylemiştir. Nietzsche’nin Trajedinin Doğuşu’nun aklında silinmez bir iz bıraktığını ve sanat sorularıyla ilgili kendi yansımalarının sözdizimini sonsuza dek renklendirdiğini belirtmiştir.
1935 yılında misyonu “Amerikan resminin ve edebi resmin ünlü eşdeğerliğini protesto etmek” olan “Ten Ten” adlı bir grubun oluşumuna katkı sağlayarak grup ile birlikte sergiler düzenlemiş ve katılmıştır. Eserlerinde 1940’lara doğru Dali, Chirico, Miro ve Max Ernst esintileri kendini göstermeye başlamış ve sürrealist yapı ortaya çıkmıştır.
Metro isimli eserinde de görüldüğü gibi uzamın tekinsiz imgeler yaratmada önemli bir işlevi olduğu ve mekânsal boşlukla birlikte uzamı ele geçiren figürleri kullanan Rothko’nun da bir dönem bu ilişkiden güçlü bir biçimde faydalandığı söylenebilir.
Rothko, tüm bu düşüncelerle, resimlerinin yerleştirilmesi gereken yüksekliği ve eserleriyle diğerleri arasında gerekli boşluk miktarını dahil en ince ayrıntısına kadar kendisi belirlemiştir. Bu durum için hassasiyetini “Bir resim, gözlemcinin gözünde genişleyip hızlanarak, arkadaşlıkla yaşar” ve “Aynı şekilde ölür. Bu nedenle onu izleyiciye iletmek oldukça risklidir. Duygusuz ve zalimler gözleri tarafından izlenen resimlerin kalıcı olarak bozulması gerekir.” diyerek açıklamıştır. Resimleri için adeta kendisinin yaşayan bir parçasıymış gibi bahseden sanatçının, eserlerin ortaya çıktığı stüdyo dışında hayatta kalma becerilerinden kuşku duyduğu söylenebilir.
1970 yılının Şubat ayında Rothko, yaşamını sürdürdüğü stüdyosunda intihar ederek yaşamına son vermiştir. Doktor kontrolleri sonrasında sanatçının fiziksel durumu sebebiyle zaten daha fazla yaşayamayacağı da açıklanmıştır.