Haldun Solmaztürk
Bir sorunumuz var—ciddi bir sorun…
‘Ekonomi’ ve ‘ticaret’ kavramlarını karıştırdığı bilindiğinden “Ben ekonomistim” lafı üzerinde pek durulmamıştı. Sonra Bursa’da “Salgına rağmen tıklım tıklım salonlara” teşekkür edince heyecanına (!) verildi. Ama Rize’de “Lebaleb dolu salonu” övünce sorun tartışılmaya başlandı.
Devlet yönetimi esas olarak kararlara dayanır.
Karar alma süreçleri karmaşıktır; çünkü durum ve karara etki eden faktörler akışkan, seçenekler her zaman birden çoktur. Karar verme aşamasında son sözü kimin söyleyeceği kritik önemdedir.
Her karar verici dört etki altındadır: zekası/birikimi/deneyimi, psikolojisi, değerleri/kültürü, sistem.
NE olduğu doğuştan gelir, eğitim, deneyimle gelişir; KİM olduğu, nelere inandığını yetiştiği sosyal çevre belirler; RUH HALİ, ‘ne’ ve ‘kim’ olduğuna anlam yükler; SINIRLARINI ise sistem belirler.
Karar alma süreçlerinin kabile/aşiret tipi ‘meşveret’ oturumlarına indirgendiği tek kişilik sistemlerde, anayasal sınırların yerini ‘sadakat’ ve ‘teslimiyet’ aldığından sistem ‘kişi kültüne’ dönüşür.
O yüzden ‘sorunumuz’ diyorum. Hepimizin hayatına, bugünümüze ve geleceğimize şekil veren kararları ‘tek’ karar vericinin ruh hali—ya da yorgunluğu—belirliyor.
Bu sorunun doğru anlatılması ve anlaşılmasına ihtiyaç var.
İlk, dört yıl önce Ukrayna’da oldu—ev sahibi cumhurbaşkanıyla ortak basın toplantısı sırasında…
Uzun uzun esnedikten sonra tüm çabasına rağmen gözlerinin kapanmasına engel olamadı
Bir yıl sonra Moldova’da da aynı durum yaşandı; yine gözleri kapandı, kafası düştü.
“Ben ekonomistim” dönemleriydi, üzerinde durulmadı, ‘Yorgunluktandır’ denilip geçildi—değildi.
Ama geçen Temmuz ayında, ‘çizgili tişörtlü’ bayramlaşmada, canlı yayında—bu sefer konuşurken—birkaç kez dili dolanıp, gözleri kapalı kafası düşünce nihayet anlaşıldı ki ciddi bir sorun var.
Aslında yorgunluk, işleyen bir ‘sistem’ içinde çalıştığınız sürece tek başına bir sorun değildir.
Bunun en çarpıcı örneği Amerika Birleşik Devletleri başkanlarından Franklin Roosevelt’tir.
Roosevelt 39 yaşında felç oldu ve ömrünün kalan kısmını tekerlekli sandalyede geçirdi. Yine de önce New York Valisi sonra da dört kez başkan seçildi. 1933’ten 1945’te ölümüne kadar Başkan olarak görev yaptı. II. Dünya Savaşı’nda Amerika’yı yönetti, savaş kazandı. Ölümünden bir gün önceki fotoğrafta bile koltukta dimdik oturan, yorgun ama gözleri—ve beyni—canlı bir Başkan vardı.
Bizim sorunumuz da ‘başkanın’ yorgun olması değil—öyle olsa çözümü çok kolaydı.
Sorun ‘kim’ ve ‘ne’ olduğuna anlam yükleyen RUH HALİNDE.!
Yetenek, eğitim ve birikimini çok abartıyor; kendine biçtiği misyona ki ‘dava’ olarak kodluyor, muhayyel bir özneye ki ona ‘medeniyet’ diyor; kararlarına esas aldığı vizyona ki artık açıkça ‘sefer’ demeye başladı, aşırı ‘anlam’ ve değer yüklüyor. O kadar ki gerçeklikten tümüyle kopuyor.!
Son günlerde yaşanan iki örnek bunu yadsınamaz şekilde gösterdi.
Amerikan CBS televizyonuna verdiği mülakatta salt gerçeklikleri tümüyle yok saydı. ABD Başkanı Biden’ın “Sevgi ve saygısından” [a.b.] söz etti, korumalarının 2017 Mayıs’ındaki resmi ziyareti sırasında Washington’da protestoculara ‘saldırısını’ ve bu saldırıyı izlediğini reddetti—gazeteci hanım ısrarla ‘görüntüler’ olduğunu söylemesine rağmen. Kendisine ‘hakaret’ iddiasıyla binlerce kişi hakkında soruşturma açıldığına ilişkin soruya ise çok kızdı—o kadar kızdı ki mülakata ara verildi.!
Geçen haftaki Afrika gezisine çıkıştaki basın toplantısı da, o gün ‘gerçek ötesi’ gibi görünmüştü.
Gerçek ötesi olan, soruların gazetecilere verilmiş, cevapların Cumhurbaşkanı’nın önüne konmuş olması değil, onun soruları dinlemeye bile zahmet etmeden, cevap vermek yerine doğrudan kağıttan okuması ve canlı yayında izlendiğinden habersiz ya da—daha vahimi—aldırmaz (!) görünmesiydi.
Üç gün önce onun da ötesini (!) gördük. Merkez Bankası ‘siyasi talimatla’ faizi tekrar indirdi.
Bu indirim kararlarının arkasında ‘dahiyane’ maliye ve para politikaları arayan bazı safdiller var. Hepsi—tüm diğer kararlar gibi—kişi kültüne dayalı sistem içinde ya dürtüsel ya da ‘faiz sebep enflasyon sonuçtur’ gibi bilimsel hiçbir zemini olmayan saplantılara dayanıyor.
Değil 1-2 dakikalık ‘karpuz atar gibi’ basketbol prodüksiyonları, Londra maratonunu da koştursanız bu gerçekliği gözden gizlemek olası değil.
O zaman çözüm ne derseniz, sorunumuzun, tabiatı gereği, çözümü yok—iktidardaki kadronun yani tek adam ve ‘etrafının’ değişmesinden başka.
Alınacak—palyatif de olsa—bazı tedbirlerle 2023’e kadar idare edilebilir mi?
Belki; ama bunu kim yapacak?
İstanbul’daki Cumhurbaşkanı’na ekrandan 15 dakikalık konuşturma yaptırmak için binlerce insanı Ankara’da saraya toplamak gibi abukluklara imza atanlar mı.?
Bu arada, “Sizde yargı bağımsız da bizdeki yargı bağımlı mı?” sorusunda ifadesini bulan ruh hali aldıkları talimatı yerine getiren büyükelçileri ‘istenmeyen adam’ ilan edecek bir seviyeye evrildi.
Geçen haftaki akla ziyan ‘faiz’ kararının sebep olduğu mali ve ekonomik yıkım yetmezmiş gibi bu sabahtan beri de ‘büyükelçiler’ kararının (!) sonuçlarını yaşıyoruz.
Bu durum sürdürülemez.!
Neler olup bittiğini akıl gözüyle gören herkes iktidar değişiminin bir an önce—hemen—olması gerektiğinin farkında.
O “Erken seçim asla olmaz” dese de.!
İstese de istemese de.!