İbrahim Turhan
Bindik bir alâmete, çıkar mıyız selamete?
Türkiye ilginç bir ülke, her an her şey olabiliyor. Gelişmeler karşısında oluşan tepkiler, olağan koşullarda olması beklenenden çok farklılaşabiliyor. Kabul edelim, bu biraz da gelişen piyasa (emerging market) olmanın doğasında var. Ama Hazine ve Maliye Bakanının da hâlâ gizemini koruyan bir 24 saatlik belirsizliğin ardından görevinden affedilmesinin TL’nin değerinde yüzde 8,5’lik artışa yol açması bu alanda tarihe geçebilecek bir tuhaflık.
Kasım ayı tarihte başka tuhaflıklara da tanıklık etmiş. Örneğin, Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından dönemin padişahı II. Mahmud’a hediye olarak gönderilen zürafanın şakalarıyla meşhur saray görevlisi Küpeli Abdi Bey’e yaptığı tuhaflık. Zürafa, padişahın 27 Kasım günü buyurduğu fermanla Beşiktaş sahilindeki Çinili Meydan’da sergilenirken, bu tuhaf hayvandan aşırı derecede korkan Abdi Bey nasıl olmuşsa bir emrivaki ile kendisini zürafanın sırtında bulur. Abdi Bey’in korku dolu çığlıklarından ürken hayvan koşmaya başladığında zavallı adamcağızın Padişaha bakarak şöyle feryat ettiği söylenir; “hakkını helal eyle sultanım, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!”
Son dönemde beklenmeyen gelişmelerin yarattığı sürpriz etkisi ile piyasalarda gözlenen oynaklık bu sözü çağrıştırıyor. Tam olarak ne olduğu anlaşılmadıysa da hükümetin Abdi Bey gibi apar topar bir alâmete bindirildiği ve son üç yılda gittiği yönden bambaşka bir yönde ilerlemeye başladığı görülüyor. Acaba sonu selamete mi kıyamete mi çıkacak?
Daha önce de bu sayfada defalarca ifade ettiğim gibi ekonomi yönetiminde ciddi bir yönetim krizi yaşamaktaydık. Politikalarda son 3 yılda belirgin biçimde akılcılıktan, kurumsallaşmadan ve iyi yönetişimden, hukuk devleti ve demokrasiden, serbest piyasa ve dışa açık ekonomiden adım adım uzaklaşılmıştı. Kuvvetler ayrımının, denge ve denetim mekanizmalarının olmadığı bir sistemde sadakat kaçınılmaz biçimde liyakatin önüne geçti, akraba ve eş-dost kayırmacılığı egemen oldu. Bunun sonucu olarak kurumsal yetkinlikler aşındırıldı.
Bugün en azından söylem düzeyinde bu yönelimde bir değişim olduğu görülüyor. Piyasalar, henüz sadece bir olasılıktan ibaret de olsa bu değişime kredi açmış durumda. 19 Kasım’daki Merkez Bankası PPK toplantısında bir sürpriz olacağına ihtimal vermiyorum. Piyasaların beklentisine uygun bir faiz kararı çıkacaktır. İyi ama ya sonra?
29 Eylül tarihinde bu sayfada yayımlanan yazıda kur ve faiz arasında bir açmaza düşme tehlikesine işaret etmiştik. Ne yazık ki bu risk gerçekleşmiş durumda. Kur artışının bir krize dönüşmesini önlemek için faiz artırmak zorunlu. Oysa faiz artışının, para ve kredi koşullarında sıkılaşmanın sonuçları olacak. Daha önce de dile getirmiştik; krediye bağımlı hale gelmiş reel sektör, zombi firmalar, sorunlu alacak yükü altında nefesleri tıkanan bankalar ve finansman programı bir hayli yüklü olan Hazine sıkılaşan finansal koşullardan etkilenecek. Eylül ayındaki sanayi üretimi verileri bu sorunu yansıtmaya başladı bile.
Son dönemde finansal piyasalarda yabancı yatırımcı neredeyse kalmamıştı. Yurt dışı swap piyasası yok edilmiş, sermaye hareketleri kağıt üzerinde olmasa da uygulamada kontrol altına alınmıştı. Şimdi yeniden yabancı portföy yatırımları geliyor. Miktar henüz mütevazı ölçekte olsa da yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatlarında bir çözülmeyi tetikleyebileceği için bu önemli bir gelişme. Aynı zamanda oynaklığı da artıracağı unutulmamalı. Gelen sermaye nitelikli, uzun vadeli, stratejik değil. Finans terminolojisinde “akbaba fonlar” diye adlandırılan, yüksek risk-yüksek kazanç peşinde koşan, kısa vadeli oyuncular geliyor. İçeride ya da dışarıda olabilecek en küçük olumsuzlukta bu fonlar girdikleri hızla çıkarlar. Dolayısıyla artık çok daha dikkatli olma zorunluluğu var.
Oyun alanını daraltan bir diğer etken ise uluslararası ilişkiler alanından kaynaklanıyor. ABD’de gerçekleşen yönetim değişimi son dört yıldır alışılan ilişki tarzına izin vermeyecek. Geçen Salı MedyascopeTV’deki yayında acil olarak çözümlenmeden ABD ilişkileri açısından sorun oluşturacak üç konudan bahsetmiştim (