Nihat Sırdar
Betonlaşamamış beton cumhuriyeti
İnsan vücudu acıya karşı zamanla kendi kendine bir takım savunma yöntemleri geliştirir. Buna bağlı olarak ağrı eşiği yıllar içinde bazen az bazen çok gelişir.
Bizim deprem konusunda kendi kendimize geliştirdiğimiz böyle bir acıyı dindirme, olanları görmezden gelme durumumuz var.
Deprem ülkesi olmamızdan dolayı çok fazla deprem oluyor ve başka ülkelerde hafif hasarlarla atlatılabilecek depremlerin her birinde felaketler yaşıyoruz.
Önce depremin haberi dalga dalga yayılıyor.
Özellikle sosyal medyada önce mesajlar ardından görüntüler ve fotoğraflar. Doğruluğu teyit edilmeden ışık hızıyla yayılıyor bu bilgiler. İlk an bilgileri genelde doğru çıkıyor. Ancak sonrasında deformasyon başlıyor.
Enkaz altında kaldığı yalanını paylaşanlar ilk sırada geliyor. Bunun insana nasıl bir haz verdiğini anlamak gerçekten güç. Psikopat olmak lazım.
Sonra depremi yer kabuğuna değil dine bağlayanlar çıkıyor. Bunlar tedavi edilemeyecek derecede cahil olanlar. O mesajları yazabilmeleri bile mucize aslında. Ama hep varlar ve bitmiyorlar.
Sonra olay yerine ulaşan ve canlı yayın yapmaya başlayan muhabirlerin olayın heyecanı ve maalesef son zamanlarda liyakatsizlikleriyle ortalığı karıştıracak kadar abartılı yayınları başlıyor.
Bu yayınlar sebebiyle merak eden olay yerine koşuyor. Kurtarma ekipleri bu sebeple çoğu kez enkaz alalına ulaşmakta zorlanıyor.
Tam binaların neden çöktüğünü konuşmaya başladığımızda medya yine dikkatimizi başka yerlere çekmeye başlıyor. Enkazdan canlı kurtulanlarla ilgili haberler yapılıyor. Elbette yapılacak. Ancak enkaza dönmüş bir aparmandan kurtulacak bir can için beslenen umudu memleket meselesine dönüştürmek için gerçekten bir sevgi pıtırcığı olmak lazım.
Ve onlardan da çok var ve onlar da bitmiyorlar.
Asıl konuşulması gerekeni her seferinde es geçiyoruz.
Mesela Van depreminden sonra bırakın yeni yasa çıkarmayı, önlem almayı, deprem hasarlarını önlemek için çalışmalar yapmayı, üstüne “İmar Affı” diye bir şey çıkardık ve kimse sormadı “Siz deli misiniz? Ne yapıyorsunuz?” diye.
Kaçak yapılan, nasıl yapıldığı belli olmayan bu nedenle devlette kaydı bulunmayan tüm binalar bir anda yasal hale geldi.
Sadece imar affı bile bu millete yapılmış en büyük ihanettir.
Bugün yazıyı yazdığım an itibariyle İzmir’de hayatını kaybetmiş 95 canın sorumluluğu bu yasayı çıkaranların ellerindedir.
Gelecekte olacak Marmara depreminde İstanbul’da tamamen yıkılması beklenen bina sayısı en iyimser tahminle 30 bin civarında. Her binada sadece 10 kişi olduğunu düşünün. Bu binaların birçoğu imar affından faydalanan binalar çıkacak ve biz bunu konuşmaya bile fırsat bulamadan konu yine değiştirilecek.
Bugün İzmir’de çöken sekiz bina için yapılan çalışmaları naklen izledik. 30 bin binanın yıkıldığı İstanbul’u hayal edebiliyor musunuz?
Ve işin en acı tarafı ne biliyor musunuz?
İnşaat yapmakla çok övünen, damarlarından neredeyse beton akan bir iktidar var yıllardır.
Yani iddiaları o ki inşaat işinde iyiler. Ve biz inşaatlar yüzünden ölenlerin ülkesi olarak anılıyoruz bütün dünyada.