Galip Umut Özdil
Ben görmedim…
Yakın tarihin en sıcak ve kurak bir dönemini daha yaşıyoruz. Çöl iklimine doğru gidiyoruz. Doğal afetlerin biri bitmeden diğeri başlıyor. Kuraklık, seller, yangınlar birçok ülkede gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Uluslararası raporlar kuraklıktan doğrudan etkilenen insan sayısını 1,5 milyar olarak veriyor.
Uzmanların çoğunun hemfikir olduğu konu ise; sorunun ülkemiz açısından çok daha büyük tehdit olduğu. Dünya Kaynakları Esntitüsünün ( Word Resources Instıtute) hazırladığı risk haritasına göre ülkemiz 138 ülke içinde 45. sırada yer alıyor.
Hepimizin gündeminde yangın ve sel var ama Türkiye’de kuraklık, tabii afetler içerisinde doğrudan veya dolaylı olarak en fazla alanı etkileyen ve ekonomik anlamda çok ciddi kayıplara yol açabilen afet.
Kuraklık yönetimi anlayışındaki temel yaklaşımlar kriz yönetimi ve risk yönetimi olarak ikiye ayrılabilir. Ülkemizde kuraklık durumu karşısında karar vericilerin verdiği tepkiler genellikle “kriz yönetimi” sınıfındadır.
Ancak, kuraklığın olumsuz etkilerini ve ülkemizde oluşturduğu zararları azaltma konusunda kuraklık esnasında devreye sokulan kriz yönetimi stratejileri de yetersiz kalmakta ve uzun vadeli gereksinimleri karşılayamamaktadır.
Daha etkin bir kuraklık yönetimi sağlanabilmesi için kuraklık öncesini, esnasını ve sonrasını bir bütün olarak ele alan risk tabanlı yönetim stratejilerinin uygulanması gerekmektedir.
Ülkemizde güçlü teşkilat yapısına sahip köklü kuruluşları var. Ayrıca farklı disiplinlerde uzman insan kaynağına da sahibiz. Hiçbir kurum kuraklık yönetiminde bilgi eksikliği ve sahip olduğu yetkinin sınırlı olduğu bahanesine sığınamaz.
Kuraklık yönetiminin genel ilkeleri konusunda açık kaynaklarda benzer pek çok madde vardır. Ancak önemli olan bu konuda ülkemizdeki eksikliklere dikkat çekmektir.
Kuraklığı diğer doğal afetlerden ayıran en önemli özellik, başlangıç ve bitiş zamanının kesin bir şekilde tespit edilmesinin çok zor olması. Bu sebeple ilk olarak ülkemizde kuraklık afetinin zararlarını azaltmak ve gerekli tedbirleri alabilmek için erken uyarı sistemleri geliştirilmesi gerekiyor.
Tarım başta olmak üzere pek çok sektörü, genel olarak ekonomik altyapıyı ve insanlığı tehdit edercesine etkiyen bu kadar önemli bir konuda hâlâ uğraştığımız işleri sıralarsak sanırım durumumuz net olarak ortaya çıkacaktır.
Teknolojinin baş döndürdüğü bu çağda bırakın verileri işleyip doğru politikaların oluşturulması için kullanmayı, bu verilere ulaşmada güçlük yaşıyoruz. Havza düzeyinde veri bilgi sistemi eksikliği yüksek düzeyde.
Geçmiş kuraklıkların etkilerine ait verilerin yeterli olmaması ufkumuzu daraltıyor.
Kurumlar arası koordinasyon konusunda yaşanan sıkıntıların ve yasal mevzuatlardaki boşlukların izahı mümkün değil.
Havza yönetimi ile ilgili politika ve stratejilerin yeterli olduğunu ve havza bazlı sektörel yatırım politikaları arasında tam anlamıyla eş güdümün sağlandığını söyleyebilen hükûmet yetkilileri dışında kaç akademisyen, uzman gördünüz?
Paydaşların katılımının ve yerel sahiplenmenin sağlanmasındaki yetersizliklerin sorun olarak tespit edilmesinden, bu katılımın engellenmesi sürecine geçmedik mi?
Havza çalışmalarının eş güdümlü yürütülmesine temel oluşturacak üst düzey planlar tamamladı, havza projeleri ve faaliyetlerini önceliklendirme ölçüt ve yöntemlerindeki yetersizlikler giderildi diyebilen var mı?
Tarımsal ürünlerin alım, piyasa, ithalat fiyatları ile artan girdi maliyetlerini, üretici ve tüketici enflasyonunu tabii ki takip edeceğiz.
Ancak kuraklık sorununun büyüklüğü bütçeyi ve bütün ekonomik tahminleri çok kısa vadede alt üst edecek güce sahip.
İlgili ve sorumlu kuruluşların çoğunda özel olarak kuraklık üzerine çalışan birimlerinin sayısını ve niteliğini artırmadan çözüm mümkün değil. Olağanüstü hal ilan edilip, çok yönlü ve uygulanabilir ekonomik ve tarımsal dönüşüm hayata geçirilmeli.