Kubilay Kaptan
Bartleby Sendromu
İnsanın derinliklerinden yükselen intikam ateşinin, deliliğin romanı olan “Moby Dick”in yazarı Herman Melville’in bir öyküsünde Bartlebey isimli bir kâtip çalıştığı ofiste pencere önünde dikilerek uzun uzun dışarıdaki tuğla duvara bakmaktan başka bir iş yapmaz. Pazar günlerini, tatillerini bile ofiste geçirir. Kendisini iş verilmek istendiğinde tek bir yanıt verir:
“Yapmamayı yeğlerim.”
Kovulma tehditlerini ise:
“Gitmemeyi yeğlerim,” diye yanıtlar.
Bu garip kâtip, aradığı bir sıfatı yıllarca bulamayınca yazmayı bırakan şair Pedro Gorfias ya da yazmayı reddeden yazarlar için kullanılan “Bartleby Sendromu” nun isim babası olur.
• • •
Aslında Kâtip Bartleby, Kafka karakterlerinin öncüsüydü. Borges, Bartleby için, “1919’a doğru Kafka’nın yeniden bulduğu ve derinleştirdiği bir türü tanımlar.” demişti. Kafka da karakterleri gibi hep o varoluşsal sıkıntıyı yaşadı, yazmanın yetersizliğini ima etti. “İnsanlar ne kadar yürürlerse, varış noktasından o kadar uzaklaşırlar” diyordu. Arkadaşı ve yayıncısı Max Brod ondan geriye kalanları yok etmeyi seçseydi Kafka belki de yeryüzünün en gizemli Bartleby’si olacaktı. Ya da bütün ret yazarlarının arzuladığı gibi kaybolup gidecekti.
O gemi bir gün gidecek
ABD’li şair Harold Hart Crane, anne ve babasının mutsuz evliliği nedeniyle sorunlu ve yıpratıcı bir çocukluk dönemi yaşamına damgasını vurdu. Yaşamındaki huzursuz iç dünya ve yıkıcı ilişkilerden kurtulmak için içkiye sığındı. Guggenheim Bursu ile Mexico’ya gitti; Vera Cruz’dan New York’a S.S.Orizaba adlı gemiyle dönerken, güvertede “Hepiniz hoşça kalın!” diye bağırdı ve Antil Denizi’ne atlayarak yaşamını sonlandırdı. Geride bıraktığı az sayıda şiirden biri olan “Anneannemin Aşk Mektupları”nda şöyle diyordu:
Belleğin yıldızlarından başka
Gökte yıldız yok bu gece.
Oysa belleğe ne çok yer var
Yumuşak yağmurun gevşek kemerinde.
Hayatta her şey ayrıntılarda gizlidir
Oğlunun büyük bir yazar olmasını isteyen ihtiraslı anne Maupassant, onu büyük yazar Flaubert’e emanet etti. Genç Guy, 30 yaşına kadar hiçbir şey yazmadı. Yazmaya başladıktan sonra da büyük bir öykücü olacağını gösterdi ve kısa bir süre içinde lüks bir yaşam sürmeye başladı. Maupassant’ın yanılsaması “ölümsüzlük” oldu. Büyük bir yazar olarak ölümsüzlüğünden emin olmak istiyordu. Kafasına iki kere tabanca sıktıktan sonra kâhyasını çağırarak “Bak,” dedi, “bana kurşun işlemiyor, ben ölümsüzüm.” Maupassant aynı deneyi hançerle yapmak isteyince başarılı olamadı. Kanlar içinde kaldığı o günden ölümüne kadar hiçbir şey yazamadı. Gazetelerde resminin altına şöyle cümleler konuluyordu: “Ölümsüz mösyö Guy de Maupassant’ın delilik hali sürüyor.”
Çoban yıldızı
Juan Ramon Jiménez, 1956 yılında Nobel edebiyat ödülüne değer görülmüştü. Ama ödülü aldığını öğrendiği günlerde Jiménez, karısı, sevgilisi, sekreteri, kısacası her şeyi olan Zenobia’nın da kansere yenildiğini öğrenecekti. Jiménez’in hizmetçisi, karısının ölümünden sonra şairin Nobel ödülünü yere fırlatıp öfkeyle çiğnediğini anlatır. Jiménez, o günden sonra tek dize yazmadı. Geride bir Bartleby aforizması sayılabilecek şu cümleyi bıraktı: “Benim en iyi yapıtım, yapıtlarımdan pişmanlık duymak olmuştur.”
Çoban Yıldızı adlı şiirinde şöyle sesleniyordu:
Belki bir değirmen çarkı dönmekte…
Belki bir şarkı havalarda…
Bir köpek… kanat sesleri…
Bir sevimli düş payı…
Ben unutulan bir adamım, bunu unutma sakın
Henry Roth, Amerika’ya göç etmiş bir ailenin çocuğuydu. Amerika deneyimini, 28 yaşında yazdığı bir romanla anlattı. Roman pek dikkat çekmedi, Roth da su tesisatçılığından akıl hastanesinde hasta bakıcılığa kadar pek çok farklı iş yaptı. Romanı 30 yıl sonra yeniden basılınca Amerika’da büyük ilgi gördü, bir klasik kabul edildi. Henry Roth, daha sonra ölümüne kadar geçen on yıllarda tek kitap dışında bir şey yayımlamadı.
Çavdar tarlasında
bir çocuk
Çavdar Tarlasında Çocuklar gibi bir başyapıt yazıyorsanız eğer belki de daha iyisini yazamayacağınızı düşünebilirsiniz. Ne olursa olsun, okurlarını yüzüstü bırakan yazarları listeliyorsak J.S. Salinger’i koymamız kaçınılmazdı. Kaldı ki kendisi “Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar” kitabı da Çavdar Tarlasında Çocuklar’dan sonra yayımlanmasına rağmen en az onun kadar etkileyici bir dile sahipti. 45 yıl boyunca ne bir söyleşi veren, ne de okurlarıyla fotoğraf çektiren Salinger bir süre sonra adeta kayıplara karıştı. Salinger’in saplantılı bir okur ve hayran kitlesi vardı. Kitap yazmadığı bunca yıl içinde izini süren ve hatta kendisini bulmak için dedektif tutan bir saplantıdan bahsediyoruz. Bazıları ise takma bir ad ile yazdığını iddia etse de kendisi yazmayı bırakarak ortalıktan kaybolmayı tercih etti.
Artık bende fikir kalmadı
Adı Dadacı ve Gerçeküstücü akımlarla anılan Fransız ressam, öteki Bartleby’lerden farklı olarak yazı yazmayı değil, resim yapmayı bıraktı. Duchamp, Büyük Cam adlı eserinden sonra fikirsiz kalmıştı ve kendini tekrarlamak yerine resmi bırakmayı seçti. Niçin bıraktığı sorulduğunda, “Artık bende fikir kalmadı.” diye cevap vermişti. Elli yılı aşkın bir süre resim yapmak yerine satranç oynadı. Duchamp, yıllar sonra genç ressamlar tarafından tekrar keşfedildi ve hiçbir şey yapmadan da “sanatçı” olunabileceği üzerine girdiği iddiayı kazandı.
Yaşamak için bırakılmış bir yön baktım, yoktu
Tolstoy, geç kalmış bir Bartleby idi. Uzun yaşamının son günlerinde, edebiyatta bir uğursuzluk olduğuna karar verdi ve yıllarca yaşadığı Yasyana Polyana’yı bir daha dönmemek ve yazmamak üzere terk etti. İlkelerin, disiplinin, görkemli yapıtların Tolstoy’u öleceği tren istasyonuna doğru yol alırken aslında Bartleby’ler cemaatine katılıyordu. Tüm edebiyatın, kendi kendisinin reddinden ibaret olduğunu daha iyi ne anlatabilir?
• • •
Bu salgın günlerinde çevreme baktığım zaman pek çok kişinin Bartleby Sendromu’na kapıldığını görüyorum. Tam tersi dostlar; daha fazla üretelim, daha fazla çalışalım, daha fazla sohbet edelim ve her zamankinden daha fazla direnelim.