Nesrin Nas
Ayasofya iktidarın son kozu mu
Ayasofya’yı müzeye dönüştüren 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı, Danıştay 10. Dairesi tarafından, tüm idari hukukçuları şaşkınlığa sürükleyerek, 86 yıllık bir gecikme ile iptal edildi. Hiç zaman yitirmeden Cumhurbaşkanı bu kararı onayladı ve Ayasofya, Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredildi.
Lozan’a nazire yapılırcasına ilk namaz 24 Temmuz günü kılınacak. Böylece yıpranmış ve seçmen desteği bir hayli azalmış olan AKP-MHP iktidarı, ilk namaz için sembolik anlamı olan bir günü seçerek hem iktidarına geniş bir alan açacak hem de millet ile yeniden kucaklaşacak. Tabii asıl bekenti, Osmanlının eski ihtişamlı günlerine kavuşma özlemine seslenerek seçmenini giderek ağırlaşan geçim ve artan adaletsizlik gibi gündelik sorunlarından uzaklaştırıp yeniden mobilize etmek.
Uzunca bir süredir, iktidarın, temeline beka meselesini koyarak çerçevesini inançlar, kutsallar, milli değerler ve egemenlik hakkı kavramlarıyla ördüğü siyasetin dışına çıkamayan muhalefetin ise, onurlu dik duruş olarak sunulan ne bu kurnazlığa, ne de Dİyanet’e devredilen Ayasofya’nın Diyanet tarafından medrese olarak kullanılması talebinin Anayasa’nın 174. maddesine aykırı olmasına, HDP hariç, itiraz edecek pek mecali yok.
Oysa önümüzde bundan sonra Türkiye’de Cumhuriyet yasaları mı yoksa Osmanlı yasaları mı uygulanacağı gibi, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir kapıyı ardına kadar açan ve modern Türkiye hikayesine nokta koyan bir Danıştay Kararı var. Buna karşılık muhalefetin söylediği tek şey ise, “gittiler, gidiyorlar, Ayasofya ellerindeki son koz, telaş içinde bu kozu masaya sürdüler” demekten ibaret.
Ayasofya gerçekten iktidarın son kozu mu? Yoksa Erdoğan’ın, kendisini kurucu olarak konumlandırdığı yeni devletin kuruluşunda bir başlangıç mı?
Muhalefet, Cumhuriyet Türkiyesi’nin tüm kurumlarını yıkan Erdoğan’ın hedefinin, kuruluşunu 15 Temmuz’dan başlattığı yeni bir devlet kurmak olduğunu ve tarihi değiştiremediği için de yeni bir tarih yazdığını, bu nedenle 15 Temmuz’u Malazgirit, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı ile eş tutan kahramanlık menkıbelerine başvurduğunu görmüyor olamaz. Ancak, sandık dışında demokratik bir ittifak kuramayan muhalefet, Erdoğan’ın inançlar, kimlikler, milli değerler ve beka üzerine kurduğu siyaset alanına sıkışıp kaldı ne yazık ki…
Bu nedenle muhalefet, Ayasofya’yı AKP-MHP iktidarının son kozu olarak düşünmenin konforuna sığınıyor ve Erdoğan’ın oylarını konsolide etme çabasında olduğuna hem kendini hem de seçmenini ikna ederek rahatlıyor. Gerçekte, oy kaybı Erdoğan’ın çok umurunda değil. O, artık gücünü konsolide ediyor. Dolayısıyla gücü elinde tuttukça yapabileceklerinin sınırını alabildiğince genişletiyor ve her şeyi yapabileceği bir dokunulmazlık kazanıyor. Gündem değiştirmiyor, gündem oluşturuyor ve muhalefeti siyasi polemiğin kısır alanına hapsederek tüm topluma siyasetsizliği dayatıyor.
Önceliği iktidarda kalmak olan Erdoğan, MHP ve ulusalcıları da yeni devletin kurucu gücü olma idealini dayandırdığı Mavi Vatan doktriniyle yanında tutuyor ve güvenlik öncelikli bu devlet tasarımı ile dayandığı ittifakı konsolide ediyor.
Muhalefet ise, halkın gerçek gündemi bu değil diyor ama var olan gerçekler üzerine gündem kuramıyor.
İşsizlik, yoksulluk ve bir daha ayağa kalkamayacak kadar dibe vuran ekonomi herkesin belini büküyor.
Resmi rakamlara biraz göz gezdirmek bile durumun vehametini anlamaya yetiyor…
Hem kamunun, hem özel sektörün borcu hızla büyüyor. Hane halkının borcu 679 milyar lira olmuş. Orta gelir tuzağından korkarken son 10 yılda 650 milyar dolarlık el parası ile yoksulluk tuzağına takılmışız. Durmuş bir ekonomide dahi yılın ilk 5 ayında 16.7 milyar dolar cari açık vermiş, 20 milyon çalışana 22 milyon işsiz yaratmışız. Oysa su gibi para harcamışız. 6 ayda bütçe açığı 109.5 milyar TL, kamu bankaları ve kurumlarının görev zararı 50.3 milyar lira, kamu bankalarının açık döviz pozisyon toplamı 9.7 milyar dolar olurken, sanayi üretimi Nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 31.3, Mayıs ayında yüzde 19.9, yıllık bazda yüzde 20 azalmış. Perakende satışlar da Nisan ayında yüzde 19.2, Mayıs ayında yüzde 16.7 daralmış. Sadece pandemi döneminde (6 Mart-10 Temmuz) bankacılık sisteminde Türk Lirası kredilerin miktarı 400 milyar TL’ye yakın artmış.
Bu gerçekler üzerine dahi muhalefet gündem kuramazken, iktidar, krediyle kendine bağımlı ve mecbur ettiği devasa kitleden ve de milli irade parantezinin içine aldığı herkesten şanlı geçmişi yeniden canlandırma hikayesiyle sabır istiyor.
Geleceğin bugünü aratacağını çok iyi bilen muhalefet de ülkenin temel önceliklerinde ortaklaşmamak için bin dereden su getiriyor.