Oğuz Demir
Asla unutulmayacak günler
Son birkaç yıldır özellikle ekonomide “ama bu da artık fazla!” dediğimiz olayları görmeye devam ediyoruz. Bir yanda virüsün yarattığı sağlık şoku, diğer yanda ise ekonomik kriz. Bütün dünya bir süredir bu ikilem içerisinde o kadar çok olmaz denilen olaya şahit oldu ki… 30 yıldır hızlı bir şekilde ekonomik büyüme performansı sergileyen Çin, 2020 yılı ilk çeyrekte pandemi etkisiyle %6,8’lik bir daralma gösterdi. ABD’de bir ay içerisinde işsizlik maaşı başvurusunda bulunanların sayısı 20 milyonun üzerine çıktı. Buna benzer başka bir sürü olayı gün gün görmeye devam ediyoruz. Bütün bu olanlara bir de petrol fiyatlarındaki çakılma eklendi. Hatta bir ara Pazartesi gecesi ham petrol fiyatları negatif değerlerde seyretti.
Böylesi bir ortamda tahmin yapmak, analiz yapmak bir hayli güç. Daha önceki yazılarda da ifade ettim, sağlık krizi çözülmeden ekonomik kriz çözülmez. İşin enteresan tarafı ekonomik krizin nasıl bir hasar bıraktığını da salgını atlatmadan anlayabilmemiz pek mümkün değil. Salgının yarattığı belirsizliklerin devam etmesi ise hasarın boyutunun daha fazla artmasına neden oluyor.
Mesela döviz kurlarını baz alalım. Türkiye’de bugün sokaktaki vatandaş için en temel kriz göstergesi TL’nin ABD Doları ve Euro karşısındaki değeridir. Yılbaşında 5,90’larda olan Dolar/TL kuru bugün 7’yi zorluyor. Euro yine aynı şekilde 7,60 civarında. İki yıl önce 2018 yılı Nisan ayından itibaren de kurda bu şekilde sıçramalar görüyorduk ancak sıçrama kısa süreli kalıyor ve kur yeni bir dengede bir sonraki atağa kadar bekliyordu. Geçtiğimiz hafta analistlerin 6,80 önemli bir direnç dediği rakamları 5 saatte geçti Dolar. Yani bir türlü nerede dengeye oturacağı konusunda kimsenin bir fikri yok. İki yıl önce yaşadığımız krizde kısa süreli de olsa dengeler oluşuyordu ve tüm sistem (yerli-yabancı finansal kuruluşlar, şirketler vs.) “çalışır halde” olduğu için en azından kurumlar kendilerince zararı azaltacak önlemler alabiliyordu. Bugün ise sağlık kaygısı ile herkes uzaktan izlemekle yetiniyor.
Geçtiğimiz yıl şirketlerin dış borcu üzerinden kurdaki zıplamanın etkisini yapan biz ekonomistler bile o tarafa bakmaz olduk. Halbuki şirketlerimizin ilk vakanın görüldüğü 11 Mart tarihinden bu yana sadece kurdan kaynaklanan dış borcundaki artış 100 milyar TL’ye yakın. İşin daha kötü tarafı bu borcun yarısı ise banka dışı kurumların. Yani bu borçları ödemek için şu an mal ve hizmet imalatını durdurmuş Türkiye’nin devasa şirketlerinin doğru düzgün iş yapamadıkları 1,5 aylık süreçte 50 milyar TL de kur zararı ile karşılaştıklarını görüyoruz. Öyle zor bir dönem ki böylesi bir erime bile gözümüze görünmez hale geldi. Salgın bittiğinde, sağlık krizi geride kaldığında bizi hem salgınla birlikte duran işlerin yarattığı hasar hem de bu tip sıkıntılar bekliyor olacak.
Yine daha önceki krizlerde en çok güvendiğimiz göstergelerin başında ise bütçe dengesi geliyordu. 2018’den bu yana seçimlerle bozulan denge, salgında mecburi olarak çok daha fazla bozulacak gibi duruyor. Yani salgından sonraki süreçte işletmelerin yukarıda bahsettiğim sıkıntıları ile boğuşabilecek bir bütçe dengesi, para politikası kredibilitesi ne ölçüde kalacak ona da emin değilim.
İşverenlerde, devlette durumun kabaca bu iken daha kötü durumda olan kesim ise çalışanlar. Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 3 milyon çalışan için 270 bin firmadan kısa çalışma ödeneği başvurusu yaptığını belirti. Diğer yandan 222 bin işletmenin de kapalı olduğunu biliyoruz. Kabaca 2.5 milyon çalışan da ya işsiz ya da ücretsiz izinli durumda. Kısa çalışma ödeneği ve kapalı işletmeler nedeniyle şu an TÜİK’e göre olmasa da pratikte işsiz olan 5.5 milyon kişi var. Turizm ve tarım sektörlerindeki mevsimlik çalışanların durumu da pek iç açıcı değil. Yine diğer yandan 15 milyondan fazla çalışanın olduğu hizmet sektörlerinde son durum ne yukarıdaki tahminlerimizin dışında elimizde bir veri maalesef yok. Hal böyleyken kabaca %30’lara doğru giden bir işsizlik oranına sahibiz.
Ve işin en kötü tarafı, bu düzeyde bir işsizliği yukarıda da bahsettiğimiz gibi devletin ve özel sektörün salgından sonra hızlı bir şekilde istihdam etmesi de kolay görünmüyor. Her krizde olduğu gibi bu krizin sonrasında da işsizlik yine kanayan yara olacak gibi.
Bu ortamda özellikle işgücü piyasasının hem arz hem de talep tarafında hasarın daha fazla derinleşmemesi ve kalıcı hale gelmemesi için acilen döviz cinsinden kaynak bulmak zorundayız. Özellikle Uluslararası Para Fonu gibi uzun vadeli, düşük maliyetli finansman sağlayan kurumlarla bir şekilde anlaşmanın yolunu bulmak ve buradan gelecek kaynak ve kredibiliteyi iyi kullanarak buraları yönetmek zorundayız.
Yapmazsak ne mi olur?
1 milyon yazılımcımız olur olmasına da, bu sefer de ülke işsiz gençlerden sonra işsiz yazılımcılar ülkesi olur!