Haldun Solmaztürk
“Alem-i İslam’ın akademisyenlerden ziyade İslam alimine ihtiyacı vardır”
Tarikatlar, cemaatler diyarı bir garip ‘laik’ ülke olduk. Medreselerin bu denklemdeki rolü gözden kaçıyor. Tarihe utanç lekesi olarak geçen ‘6 yaşındaki gelin’ olayında da medrese ayrıntısı var. Artık herkesin adını öğrendiği o cemaatin merhum lideri, “Kızlar katiyen ortaokul, lise, üniversiteye gitmez. Kızlarımızın tek gideceği yer, kız medreseleri vardır. Oraya gidecekler” derdi. O çocuğun trajedisi de cemaatin Çengelköy’deki bir medresesinde başlıyor—kendileri İlim Hizmet ve Kültür Derneği (!) diyorlar. Hâlâ ‘hazırlık ve hafızlık’ [a.b.] talebesi yetiştiriyor.
Aslında medreseler 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) kanunuyla kapatıldılar.
Madde 2 – …hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devir ve raptedilmiştir.
Madde 4 – Maarif Vekaleti …Darülfünunda bir İlahiyat Fakültesi tesis ve …hidematı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşat edecektir.
Maksat, çocuklarımızın çağdaş bir eğitim alması, imamet ve hitabet (imam-hatip) gibi din hizmetleri için ayrı okulların Milli Eğitim Bakanlığı kontrolünde faaliyet göstermesiydi. Ama öyle olmadı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı medreseler kapanmadılar, özellikle Tillo/Siirt ve Norşin (Güroymak)/Bitlis’te, Kuran kursu (!) adıyla faaliyetlerine devam ettiler. Onlara göre “Alem-i İslam’ın akademisyenlerden ziyade İslam alimine ihtiyacı vardı”.
Cumhuriyet ve demokrasiye düşman bir siyasi akım, medreseleri her zaman “Ümmetin kurtuluşu, zulmetin yerini nura, dalaletin yerini hidayete bırakması” için tek yol olarak gördü. Aslında dört bini aşkın imam-hatip lisesi ve ortaokulunda okuyan yüzbinlerce öğrenci var. Ayrıca 2014’te ‘örgün eğitime’ dahil ettikleri ‘hafızlık projesiyle’ imam-hatip ortaokullarında—bunlara ‘Kuran mektebi’ diyorlar—hafız yetiştirip icazet veriyorlar. Ama yine de ‘medreselerden’ vazgeçemiyorlar. Çünkü “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı” Necip Fazıl gençliği oralardan yetişecek.! Daha 1959’da o gençliğe, “Sen ol artık, ol ki biz de rahat ölelim!” diye çağrı yapıyordu.
Medrese mezunlarına ‘icazet’ törenleri yapılıyor. Geçtiğimiz Ekim ayında, 17 imam hatip lisesi ve 9 imam hatip ortaokulunun olduğu Siirt’te böyle bir ‘Kuran kursu’ icazet töreni vardı.
Diyanet İşleri Başkanı da orada…!
Bu kadar çok hafızı ‘alimler ve veliler diyarı’ Siirt’e çok yakıştırıyor, fakat bazı hafızların Arapça bilmemesine sitem ediyor, “Siirt gibi medreseler diyarı bir ilimizde Arapça halledilmez mi [öğrenilmez mi]?” diye soruyor. (Arapça ‘ilminden’ uzak kalmak olmazmış.)
Dikkat edin, “Siirt gibi medreseler diyarı bir ilimiz” diyor…
Siirt Üniversitesi Rektörü ve İlahiyat Fakültesi dekanıyla görüşmesinde “Medrese ilmiyle İlahiyat Fakültesi’ndeki tedrisatı birbirine yaklaştıran bir program” yapıldığını öğrenmiş.
Siirt Üniversitesi Rektörü yabancı değil, o da camiadan; Mursi’nin öldüğü gün “Ümmet ağlıyor… Seyreden bizleri Allah affetsin…” diye mesaj yayınlıyor.
Böylece medresedeki talebeler de, fakültedekiler de ‘rüsûh sahibi’, yani ‘râsihûn’ olacaklarmış. Siz, Cumhuriyet’in ‘düşünme setlerini’ yok ettiklerindenseniz ‘râsihûn’ lafını anlamayabilirsiniz.
Başkan Bey, hem medreseler yoluyla Tevhid-i Tedrisat kanununun ‘boynunu’ el birliğiyle nasıl kırdıklarını anlatıyor hem de kendisinin Arapça ilmine olan vukufiyetini sergiliyor.
Daha geçen hafta Konya’da, 750 ‘talebenin’ icazet aldığı törende ‘hafızlık’ mezunlarının “Türkiye Yüzyılına adlarını altın harflerle yazdıracakları” anlatıldı, “Bizzat talimat veren, imkan tanıyan, takip eden, dahi velisi olan sayın cumhurbaşkanına” teşekkür edildi. ‘Projenin velisi ve destekçisi’ Meclis Başkanı ile İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı, ‘Hafız babası’ Mahdum Bey de oradaydılar—Diyanet İşleri Başkanı ile yanyana…
Okul Müdürü, sarıklı, cübbeli, çarşaflı, tesettürlü kız ve erkek çocuklara “Bu bağda açan beyaz güller olarak bir nesli, bir dönemi temsil ediyorsunuz” diyor. Kaymakamlar, belediye başkanları, protokol; Müdür Bey “Belki Mısır’a belki Çin’e belki Maçin’e vezir olursunuz. Belki de ülkede Reis olursunuz” diyerek AKP genel başkanına selam gönderirken hepsi huşu içinde dinlediler.
Sorun, tarikatlarla ilişkili bir ya da birkaç konuya indirgenemeyecek kadar karmaşıktır.
Tarikatlar, cemaatlar ve siyasi İslamcı bir kadro iç içe ve el ele, medreseler ve örgün eğitime çeşitli şekillerde eklemledikleri ‘dini’ eğitim yoluyla, devlet gücünü de kullanarak, bambaşka düşünce ve inanç kalıplarına sahip, sayıları milyonlara ulaşan, ‘kindar’ kitleler yetiştirdiler.
Bu farklı, çağdışı—ki böyle anılmaktan gurur duyuyorlar—zihinsel ve duygusal kalıpların, laik demokratik Atatürk Cumhuriyeti’nin temel değerleriyle bağdaşması çok çok zor.!
Cumhurbaşkanı’nın, bakanların, Meclis Başkanı’nın, hatta bakan yardımcılarının, tutum ve söylemlerine bakarak, bilinçli olarak, seçim sürecinde giderek sertleştirileceği anlaşılan, çatışan kültürlere dayalı bu ‘kimlik’ siyaseti çok dikkatli, ustaca ve suhuletle yönetilmek zorundadır.