Tolga Sardan
AK PARTİ’NİN ORTA SINIFLARA ULAŞMA ÇABASI
AK Parti 18 yıllık iktidar sürecinde çeşitli seçim başarılarına imza attı. Girdiği seçimlerden belki de en kolayı 2002 yılındaki ilk genel seçimdi. Yelpazenin sağında konumlanan ve parlamentoda temsil edilen bütün partilerin (Fazilet Partisi, MHP, DYP, ANAP) güven ve itibar kaybettiği; toplumun yaşanan şiddetli ekonomik kriz nedeniyle koalisyon ortaklarına öfke ve hınç duyduğu bir atmosferde yeni bir umut ve tek seçenek olarak seçmenin karşısına çıktı. Bu nedenle hiç zorlanmadan birinci parti olabildi. Toplam oyların yüzde 45’inin Meclis dışında kaldığı bu seçimde AK Parti yüzde 35’i bulmayan oy oranıyla Meclis’teki 550 sandalyenin 365’ini almayı başardı. Dolayısıyla, 2002 genel seçimleri AK Parti’ye tarihin ve konjonktürün bir hediyesi olarak değerlendirilebilir. Ancak 2002 dışındaki diğer genel seçimlerin yanı sıra, yerel seçimler ve referandumlarda çok zor yarışlar yapmak zorunda kaldı, çoğunluğunda büyük başarılar elde etti.
2002’den bu yana, AK Parti’nin bu başarıları nasıl elde ettiği sorusu siyasi tartışmaların vazgeçilmez konularından biridir. Bu sorunun cevabını hakkıyla verebilmek için tabi ki her bir seçimi kendi özgül koşulları içinde ayrı ayrı analiz etmek gerekir. Ama genel bir değerlendirme yapıldığında bu başarının seçmen boyutunda iki ana stratejiden kaynaklandığını söylemek mümkündür.
“ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ” KİMLİK SİYASETİ
Aslında, Türkiye gibi insanların toplumsal fay hatları üzerinden kendini kimliklendirdiği bir ülkede siyasi partiler mecburen kimlik siyasetine başvurmak zorunda kalıyorlar. Ama AK Parti bu işi çok daha sofistike bir biçimde yapmayı bildi. 2011 Genel Seçimi de dahil, bir taraftan içinden geldiği Milli Görüş’ün, öte yandan da kökleri 19. Yüzyıla kadar giden İslamcılığın siyasal ve toplumsal değerlerini kendi siyasal dilinde ustalıkla kullandı. Öte yandan da Avrupa Birliği, liberalizm, demokratikleşme gibi değerler üzerinden hem liberal/seküler seçmenlere hem de merkez sağa hitap etmeyi başardı.
2014’ten itibaren bu alaşım yaklaşımı beklenen verimi üretemeyince, bu kez de Türk sağının her zaman işe yarayan milliyetçi-muhafazakar dilini en üst perdeden kullanmaya başladı. Bu sefer işi şansa bırakamayacağını net bir biçimde gördüğü için Milli Eğitim’den Diyanet’e, medyadan STK’lara topyekün bir endoktrinasyon çabası başlattı. Hedefi yeni bir tarih ve dindarlık bilinci olan bu çabalar hala kesintisiz biçimde devam ediyor. Ancak bugüne kadarki deneyimi, sadece kimlik siyasetinin hele yüzde 50 + 1 gerektiren bir sistemde yeterince oy üretemediğini AK Parti’ye göstermiş durumda. Üstüne üstlük bu alanda her gün yeni yeni rakiplerle mücadele etmek zorunda.
SOSYAL YARDIMLAR
Bu köşedeki son yazıda dünyada ve ülkemizde sosyal yardımlar ile seçmen davranışı arasındaki ilişkiye dair bulguları tartışmıştık. Özetle, sosyal yardımlara muhtaç hale gelen insanların ve toplumsal grupların devlete, dolayısıyla iktidara bağımlılığının arttığını; bunun da bir süre sonra siyasi bağlılıkla sonuçlandığını anlatmaya çalışmıştık. Örneğin ülkemizde sosyal yardımlardan yararlananlar arasında iktidarın oy oranı ülke ortalamasının hep üzerinde olmuştur.
PEKİ YA ŞEHİRLİ ORTA SINIFLAR?
Son yerel seçimin AK Parti açısından çok öğretici olduğuna hiç şüphe yok. "Beka" konsepti üzerinden kimlik siyasetine yaptığı büyük yatırımın semeresini alabileceğini düşünüyordu ama öyle olmadı. Bu yatırım büyük şehirlerde yeterli olmadığı gibi, Anadolu’da da kendisi kadar MHP’nin de işine yaradı ve bu nedenle ondan fazla il belediyesini MHP’ye kaptırdı.
Sosyal yardımlar ve seçim öncesi ekonomik krizi gerekçe göstererek yaptığı seçim yatırımları ise çok işine yaradı ve kriz nedeniyle yaşanması kaçınılmaz oy kayıplarını büyük ölçüde engelledi. Ancak her şeye rağmen metropolleri kaybetti ve bu sonuçlar şehirli orta sınıflara da ulaşması gerektiğini çok ağır bir biçimde AK Parti’ye öğretti.
CHP ve İYİ Parti’nin yanı sıra yeni kurulan ve şehirli muhafazakarları veya daha önce kullandığım kavramla ifade edecek olursam "beyaz sağcılar"ı hedefleyen Gelecek ve DEVA Partilerinin varlığı AK Parti’yi yeterince önceden tedbir almaya zorladı.
Bu hafta açıklanan ve konuttan otomobile, tatilden beyaz eşyaya kadar çoğunlukla şehirli orta sınıflara hitap eden uygun kredi kampanyası günlerdir yaratacağı ekonomik etkiler üzerinden tartışılıyor.
Tüketim eğilimi yüksek gruplara verilecek uygun kredilerin çarpan etkisiyle birlikte durgun piyasaların canlanmasına katkıda bulunacağı muhakkak. Ancak baştan beri anlatılanlar doğrultusunda değerlendirildiğinde, son açıklanan kampanyanın önemli siyasi hedeflerinin de olduğu rahatça görülebiliyor.
Peki AK Parti ucuz kredi ile ev veya araba taksidi ödeyebilecek kadar düzenli geliri olan, tatile gitme alışkanlığına sahip insanları borçlandırarak neyi hedefliyor?
- Uzun zamandır bu kesimler iktidarın politikalarını eleştiriyorlardı. Hala devam eden KOVİD 19 salgını sürecindeki performansı ise genel olarak takdir edildi. Şimdi bu olumlu havanın yarattığı ortamda pozitif bir gündemle orta sınıflarla tekrar diyaloğa geçmek istiyor. Özellikle AK Parti’den kopmuş kesimlere "yine de bunlardan iyisi yok"dedirtmeye çalışıyor.
- Orta sınıflar gerilimlerden hoşlanmamaları ve istikrar bağımlılıklarıyla diğer sosyal sınıflardan farklılaşıyorlar. Hele bir de borçları varsa, hiçbir siyasi belirsizliğe ve maceraya tahammülleri olmuyor. Bu nedenle en azından borçları bitinceye kadar "istikrar için yola devam" çağrılarına duyarlı olacaklardır.
Dikkatli bakmayanlar AK Parti’nin sadece iktidar kaslarını kullanarak rakiplerini bastırmak suretiyle gücünü sürdürmeye çalıştığını düşünebilir. Ama yakından analiz edilince bunun yanlış bir değerlendirme olduğu görülecektir.
Beğenin ya da beğenmeyin, AK Parti yeniden siyaset üretmeye, oy tabanını zenginleştirmeye ve gücünü sürdürülebilir kılmaya çabalıyor. Üstelik önünde muhtemelen yeterli zaman da var…